Tevhidde Nazar

Modül Temel Bilgileri

Modül (Alt Konu)

Tevhidde Nazar

Amaçlar

Varlıklara mana-i harfî ile bakmanın önemini açıklar. Kur’an ile felsefenin kainata bakış açısındaki farkları sayar.

Yöntem ve Teknik-Etkinlik

Kıyaslama ve fark bulma, Bakış geliştirme

Materyal ve Teknoloji

İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci

  • Etkinlik-1
    • Ders grubu 3-4 kişilik gruplara bölünür.
    • Her gruptan mana-i ismi ve mana-i harfi ile bakışın farklarını metin esas alınarak listelemeleri istenir,
    • Daha sonra her grup listelediği farkları paylaşır.
  •  
  • Etkinlik-2
    • Her öğrenciden bir bitki ve bir hayvan seçip onları mana-i ismi ve mana-i harfi bakış açısıyla tarif etmeleri istenir
    • Gönüllü öğrenciler yazdıkları metinleri paylaşır

Ölçme ve Değerlendirme

-Listeleme
Öğrenciler metindeki mana-i harfi ve mana-i ismiyi işmam eden cümlelerden (o menba-ı hakaik olan Kur'anı, manasız nukuş zannederek, mana cihetinde kıymetsizlik ile tahkir etmiş vb.) en az beşer tanesini listeler
Daha sonra ders grubuyla paylaşılır

İlişkili Metinler

Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim; tafsilen beyan edilecektir. Burada yalnız icmalen işaret edilecektir.

Kelimelerden maksat, ‘mana-yı harfî, mana-yı ismî, niyet, nazar’dır. Şöyle ki:

Cenab-ı Hakkın masivasına, yani kâinata mana-yı harfiyle ve Onun hesabına bakmak lâzımdır. Mana-yı ismiyle ve esbab hesabına bakmak hatadır.

Evet, her şeyin iki ciheti vardır: Bir ciheti Hakka bakar, diğer ciheti de halka bakar. Halka bakan cihet, Hakka bakan cihete tenteneli bir perde veya şeffaf bir cam parçası gibi, altında Hakka bakan cihet-i isnadı gösterecek bir perde gibi olmalıdır.

Binaenaleyh, nimete bakıldığı zaman Mün’im, sanata bakıldığı zaman Sâni’, esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i Hakikî zihne ve fikre gelmelidir.

Ve keza, nazar ile niyet mahiyet-i eşyayı tağyir eder; günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder. Evet, niyet âdi bir hareketi ibadete çevirir ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalbeder. Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir, Allah hesabıyla olursa marifet-i İlâhiyedir.

(Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 64)

***

ON İKİNCİ SÖZ

Birinci Esas

Hikmet-i Kur’âniye ile hikmet-i fenniyenin farklarına şu gelecek hikâye-i temsiliye dürbünüyle bak:

Bir zaman hem dindar, hem gayet sanatkâr bir hâkim-i namdar istedi ki, Kur’ân-ı Hakîm’i maânîsindeki kudsiyetine ve kelimâtındaki i’câza şayeste bir yazı ile yazsın; o mu’ciznüma kamete harika bir libas giydirilsin. İşte o nakkaş zat, Kur’ân’ı pek acib bir tarzda yazdı. Bütün kıymettar cevherleri yazısında istimal etti. Hakaikının tenevvüüne işaret için bazı mücessem hurufatını elmas ve zümrüt ile ve bir kısmını lü’lü ve akik ile ve bir taifesini pırlanta ve mercanla ve bir nev’ini altın ve gümüş ile yazdı. Hem öyle bir tarzda süslendirip, münakkaş etti ki, okumayı bilen ve bilmeyen herkes, temaşasından hayran olup, istihsan ederdi. Bahusus, ehl-i hakikatin nazarına, o sûrî güzellik, manasındaki gayet parlak güzelliğin ve gayet şirin tezyinatın işârâtı olduğundan, pek kıymettar bir antika olmuştur.

Sonra o Hâkim, şu musanna ve murassa Kur’ân’ı, bir ecnebi feylesofa ve bir Müslüman âlime gösterdi. Hem tecrübe, hem mükâfat için emretti ki: “Her biriniz, bunun hikmetine dair bir eser yazınız.”

Evvelâ o feylesof, sonra o âlim, ona dair birer kitap telif ettiler. Fakat feylesofun kitabı, yalnız harflerin nakışlarından ve münasebetlerinden ve vaziyetlerinden ve cevherlerinin hasiyetlerinden ve tarifatından bahseder; manasına hiç ilişmez. Çünkü o ecnebi adam, Arabî hattı okumayı hiç bilmez. Hatta o müzeyyen Kur’ân’ı, bilmiyor ki, bir kitaptır ve manayı ifade eden yazıdır. Belki ona münakkaş bir antika nazarıyla bakıyor. Lâkin çendan Arabî bilmiyor; fakat çok iyi bir mühendistir, güzel bir tasvircidir, mahir bir kimyagerdir, sarraf bir cevhercidir. İşte o adam, bu sanatlara göre eserini yazdı.

Amma, Müslüman âlim ise, ona baktığı vakit, anladı ki, o, Kitab-ı Mübin’dir, Kur’ân-ı Hakîm’dir. İşte bu hakperest zat, ne tezyinat-ı zâhiriyesine ehemmiyet verdi ve ne de hurufun nukuşuyla iştigal etti. Belki öyle bir şeyle meşgul oldu ki, milyon mertebe öteki adamın iştigal ettiği meselelerinden daha âlî, daha galî, daha latîf, daha şerif, daha nâfi’, daha câmi’. Çünkü nukuşun perdesi altında olan hakaik-ı kudsiyesinden ve envâr-ı esrarından bahsederek, gayet güzel bir tefsir-i şerif yazdı.

Sonra ikisi, eserlerini götürüp o hâkim-i zîşana takdim ettiler. O hâkim, evvelâ feylesofun eserini aldı. Baktı, gördü ki, o hodpesent ve tabiatperest adam çok çalışmış; fakat hiç hakikî hikmetini yazmamış, hiçbir manasını anlamamış, belki karıştırmış. Ona karşı hürmetsizlik, belki edepsizlik etmiş. Çünkü o menba-ı hakaik olan Kur’ân’ı, manasız nukuş zannederek, mana cihetinde kıymetsizlik ile tahkir etmiş olduğundan, o hâkim-i hakîm dahi, onun eserini başına vurdu; huzurundan çıkardı.

Sonra, öteki hakperest, müdakkik âlimin eserine baktı, gördü ki, gayet güzel ve nâfi’ bir tefsir ve gayet hakîmâne, mürşidâne bir teliftir. “Aferin, bârekâllah,” dedi. “İşte hikmet budur ve âlim ve hakîm, bunun sahibine derler. Öteki adam ise, haddinden tecavüz etmiş bir sanatkârdır.” Sonra, onun eserine bir mükâfat olarak, her bir harfine mukabil, tükenmez hazinesinden on altın verilsin, irade etti.

Eğer temsili fehmettinse, bak, hakikatin yüzünü de gör:

Amma o müzeyyen Kur’ân ise, şu musanna kâinattır. O hâkim ise, Hakîm-i Ezelîdir. Ve o iki adam ise, birisi, yani ecnebisi, ilm-i felsefe ve hükemasıdır; diğeri, Kur’ân ve şakirdleridir.

Evet, Kur’ân-ı Hakîm, şu Kur’ân-ı azîm-i kâinatın en âlî bir müfessiridir ve en beliğ bir tercümanıdır. Evet, o Furkan’dır ki, şu kâinatın sahifelerinde ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekvîniyeyi cin ve inse ders verir. Hem her biri birer harf-i manidar olan mevcudata mana-i harfî nazarıyla, yani, onlara Sâni hesabına bakar; “Ne kadar güzel yapılmış, ne kadar güzel bir surette Sâniinin cemaline delâlet ediyor” der. Ve bununla, kâinatın hakikî güzelliğini gösteriyor.

Amma, ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise, huruf-u mevcudatın tezyinatında ve münasebatında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatin yolunu şaşırmış. Şu kitab-ı kebîrin hurufatına mana-i harfî ile, yani, Allah hesabına bakmak lâzım gelirken, öyle etmeyip, mana-i ismî ile, yani, mevcudata mevcudat hesabına bakar, öyle bahseder. “Ne güzel yapılmış”a bedel “Ne güzeldir” der, çirkinleştirir. Bununla kâinatı tahkir edip kendisine müştekî eder. Evet, dinsiz felsefe hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir.

(Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 155)

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Modülü İndir (PDF)

Modül_72.pdf
Size: 81,26 KB

Modül Değişiklik Önerisi Formu
Bu formu bitirebilmek için tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Değişiklik Önerisi
Yüklemek için tıklayın veya dosyayı bu alana sürükleyin.
tevhidde nazar
Free
Seviye
Orta Seviye
Süre 40 dakika
Konu