Şeriat-ı Fıtriye
Modül Temel Bilgileri
Modül (Alt Konu)
Amaçlar
Yöntem ve Teknik-Etkinlik
Materyal ve Teknoloji
İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci
- Ders grubu metinleri okur.
- Daha sonra zıt panel tekniği uygulanmak üzere sınıf soru ve cevap grubu olmak üzere ikiye ayrılır.
- Soru grubuna ilgili kazanımlarla alakalı soruların sorulması noktasında muavinlik edilir.
- Örnek:
- Allah’ın iradesinin kainattaki hükmü nasıldır?
- “Tabiat kanunları” diye anılan işler bizzat hüküm sahibi midir?
- Fiil failsiz olabilir mi?
- Fiiller içindeki bir kısım camidat fiilin faili olabilir mi?
- İnsanın fiilleri üzerine şeriat tayin eden Allah’ın kainat üstündeki şeriatı nasıldır?
- Şeriatın iki türü nedir?
- İlgili sorular soru grubuyla paylaşıldıktan sonra soru-cevap gruplarına 10 dakika süre verilir.
- Konu tartışılır.
- İlk turdan sonra soru ve cevap grubu yer değiştirir.
- Daha sonraki aşamada vızıltı grupları tekniği kullanılarak, 2’şer kişilik gruplarla belirlenen sorular 2 dakika boyunca tartışılır ve cevaplar not alınır.
Ölçme ve Değerlendirme
İlişkili Metinler
﷽
Sual: Nedir şu tabiat, kavânîn, kuvâ ki onlar ile kendilerini aldatıyorlar?
Cevap: Tabiat, âlem-i şehadet denilen cesed-i hilkatin anasır ve azasının ef’alini intizam ve rabt altına alan bir şeriat-ı kübra-i İlâhiyedir. İşte şu şeriat-ı fıtriyedir ki, sünnetullah ve tabiat ile müsemmadır, hilkat-i kâinatta cârî olan kavânîn-i itibariyesinin mecmu ve muhassalasından ibarettir. Kuvâ dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer hükmüdür. Ve kavânîn dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer meselesidir. Fakat o şeriattaki ahkâmın yeknesak istimrarına istinaden vehim, hayal tasallut ederek tazyik edip, şu tabiat-ı hevaiye tevazzu ve tecessüm edip, mevcud-u hâricî ve hayalden hakikat suretine girmiştir. Hayali, hakikat suretinde gören, gösteren nüfusun istidad-ı şûresinden, fâil-i müessir tavrını takmıştır. Halbuki kör, şuursuz tabiat, kat’iyen kalbi ikna edecek ve fikre kendini beğendirecek ve nazar-ı hakikat ona ünsiyet edecek hiçbir mülâyemet ve münasebet yok iken ve masdar olmaya kabiliyeti mefkud iken, sırf nefy-i Sâni’ farazından çıkan bir ıztırar ile veleh-resân-ı efkâr olan kudret-i ezeliyenin âsâr-ı bâhiresinin tabiattan sudûru tahayyül edilmiş.
Halbuki, tabiat misalî bir matbaadır, tâbi’ değil; nakıştır, nakkaş değil; kàbildir, fâil değil; mistardır, masdar değil; nizamdır, nâzım değil; kanundur, kudret değil; şeriat-ı iradiyedir, hakikat-i hâriciye değil. Meselâ, yirmi yaşında bir adam birdenbire dünyaya gelse, hâlî bir yerde muhteşem ve sanayi-i nefisenin âsârıyla müzeyyen bir saraya girse, hem farz etse, kat’iyen hariçten gelme hiçbir fâilin eseri değil; sonra içindeki eşya-i muntazamaya sebep ararken tanziminin kavânînini câmi’ bir kitap bulsa, onu ma’kes-i şuur olduğundan bir fâil, bir illet-i ıztırarî kabul eder. İşte, Sâni-i Zülcelâl’den tegafül sebebiyle böyle gayr-i makul, gayr-i mülâyim bir illet-i ıztırarî olan tabiatla kendilerini aldatmışlar.
Şeriat-ı İlâhiye ikidir:
Biri, sıfat-ı kelâmdan gelen bir şeriattır ki, beşerin ef’al-i ihtiyâriyesini tanzim eder.
İkincisi, sıfat-ı iradeden gelen ve evâmir-i tekviniye tesmiye edilen şeriat-ı fıtriyedir ki, bütün kâinatta cârî olan kavânîn-i âdâtullahın muhassalasından ibarettir.
Evvelki şeriat nasıl kavânîn-i akliyeden ibarettir; tabiat denilen ikinci şeriat dahi mecmu-u kavânîn-i itibariyeden ibarettir, sıfat-ı kudretin hassası olan tesir ve icada mâlik değillerdir.
(Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 270-271)
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ