Rüyada Tavzif
Modül Temel Bilgileri
Modül (Alt Konu)
Amaçlar
Yöntem ve Teknik-Etkinlik
Materyal ve Teknoloji
İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci
- Etkinlik-1
- Katılımcılar 2 gruba ayrılır.
- Grup1 den metinde 5’er soru çıkarmaları ve sorularının cevabını yazmaları istenir.
- Grup2 den muhtemel cevapları yazmaları istenir.
- Önce soru grubu sorularını diğer gruba sorar.
- Grup üyeleri içinden birin söz alarak cevaplaması beklenir.
- Cevaplanmayan sorunun cevabını hazırlayan grup verir.
- Grup2 yazdığı cevaplardan kullanmadığı metinler için diğer gruba soru sorar.
- Grup üyelerinden biri cevaplar.
- Cevaplanamayan soruyu, soru soran grup cevaplar.
Ölçme ve Değerlendirme
İlişkili Metinler
(Hafız Halid’in fıkrası)
Sünuhat isminde bir risalesinde gördüm ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, âlem-i manada, bir medresede ona
ders verdiğini görmüş. O ders-i maneviyeye binaen İşârâtü’l-İ’caz namındaki harika tefsiri yazmış. Bana bir gün dedi ki:
“Harb-i Umumî hadisat ve netâicleri mâni olmasa idi, İşârâtü’l-İ’caz’ı, Allah’ın tevfiki ve izni ile altmış cilt yazacaktım. İnşaallah, Risale-i Nur, ahiren o mutasavver harika tefsirin yerini tutacak.”
(Barla Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, 133. Mektup, s. 181)
***
Bir gece rüyada Cenab-ı Peygamber Efendimizi (asm) gördüm. Bir medresede huzur-u saadette bulunuyordum. Cenab-ı Peygamber bana Kur’ân’dan ders vereceklerdi. Kur’ân’ı getirdikleri sırada, Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz, Kur’ân’a ihtiramen kıyam buyurdular. O dakikada şu kıyamın, ümmeti irşad için olduğu birden hatırıma geldi. Bilâhare bu rüyayı süleha-i ümmetten bir zata hikâye ettim. Şu suretle tabir etti: “Bu büyük bir işaret ve beşarettir ki, Kur’ân-ı Azîmüşşan lâyık olduğu mevki-i muallâyı bütün cihanda ihraz edecektir.”
(Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2020, s. 348)
***
TARİHÇE İ HAYAT/İLK HAYATI-43.sayfa
…Nurşin’de bir müddet kaldıktan sonra Hizan’a döndü. Sonra medrese hayatını terk ederek, pederinin yanına geldi ve bahara kadar evde kaldı. O sırada şöyle bir rüya görür:
Kıyamet kopmuş, kâinat yeniden dirilmiş. Molla Said, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı nasıl ziyaret edebileceğini düşünür. Nihayet Sırat Köprüsünün başına gidip durmak hatırına gelir. “Herkes oradan geçer, ben de orada beklerim” der ve Sırat Köprüsünün başına gider. Bütün peygamberan-ı i’zam hazeratını birer birer ziyaret eder; Peygamber Efendimizi de ziyarete mazhar olunca uyanır.
Artık bu rüyadan aldığı feyiz, tahsil-i ilim için (HÂŞİYE) büyük bir şevk uyandırır. Pederinden izin alarak, tahsil yapmak üzere Arvas nahiyesine gider.
HÂŞİYE: Tarihçe-i Hayat’ında yazılmamış o rüyada mazhar olduğu bir hakikati sonradan şöyle anladık ki: Molla Said Hazret-i Peygamberden ilim talebinde bulunmasına karşılık, Hazret-i Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, ümmetinden sual sormamak şartıyla ilm-i Kur’ân’ın talim edileceğini tebşir etmişler. Aynen bu hakikat hayatında tezahür etmiş; daha sabavetinde iken bir allâme-i asır olarak tanınmış ve kat’iyen kimseye sual sormamış, fakat sorulan bütün suallere mutlaka cevap vermiştir.
(Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 43-44)
***
Yedinci Risale Olan Yedinci Mesele
Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde [1914 Kasım], bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki merhum validem yanımdadır.
Dedim: “Ana korkma! Cenab-ı Hakkın emridir, O Rahîm’dir ve Hakîm’dir.”
Birden, o hâlette iken baktım ki mühim bir zat bana amirâne diyor ki: “İ’caz-ı Kur’ân’ı beyan et!”
Uyandım, anladım ki bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâbdan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’ân’a hücum edilecek; i’cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’cazın bir nev’ini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım.
(Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 435)
***
İstanbul’da Dârü’l-Hikmet’te bulunduğu zaman, Sünuhat Risalesinde yazdığı gayet acib bir vakıa-i ruhaniye:
Rüyada Bir Hitabe
1335 [1919] senesi Eylül’ünde, dehrin hâdisâtının verdiği yeis ile şiddetle muztarip idim. Şu kesif zulmet içinde bir nur arıyordum. Manen rüya olan yakazada bulamadım. Hakikaten yakaza olan rüya-i sadıkada bir ziya gördüm. Tafsilâtı terk ile bana söylettirilmiş noktaları kaydedeceğim. Şöyle ki:
Bir Cuma gecesinde nevm ile âlem-i misale girdim. Biri geldi dedi:
“Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem, seni istiyor.”
Gittim gördüm ki, münevver, emsalini dünyada görmediğim, Selef-i Salihînden ve a’sârın mebuslarından her asrın mebusları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicab edip, kapıda durdum. Onlardan bir zat dedi ki:
“Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de reyin var, fikrini beyan et!”
Ayakta durup dedim:
“Sorun, cevap vereyim.”
Biri dedi:
“Bu mağlûbiyetin neticesi ne olacak, galibiyette ne olurdu?”
Dedim:
[…]
“Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecir olmak da istemez. Galip olsa idik, hasmımız, düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidâneye belki daha şedidâne kapılacak idik. Halbuki o cereyan hem zalimâne, hem tabiat-ı âlem-i İslâma münafi, hem ehl-i imanın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsa idik, âlem-i İslâmı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürecek idik…”
(Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 142)
***
Kastamonu Lahikası/13. Mektub-42.sayfa
İkinci Mesele: Yirmi sene evvel tab’ edilen Sünuhat Risalesinde hakikatli bir rüyada âlem-i İslâmın mukadderatını meşveret eden ruhânî bir meclis tarafından bu asrın hesabına Eski Said’den sordukları suale karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik tezahür etmiştir.
O zaman, o manevî meclis demiş ki: “Bu Alman mağlubiyetiyle neticelenen bu harpte Osmanlı Devletinin mağlubiyetinin hikmeti nedir?”
Cevaben Eski Said demiş ki: Eğer galip olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik; nasıl ki yedi sene sonra edildi. Ve medeniyet namıyla âlem-i İslâm, hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki-i mübarekeye Anadolu’da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. İnayet-i İlâhiye ile onların muhafazası için kader mağlubiyetimize fetva verdi.
Aynen bu cevaptan yirmi sene sonra yine gecede “Bîtaraf kalıp giden mülkünü geri almakla beraber Mısır ve Hind’i de kurtararak bizimle ittihada getirmek, siyaset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken şüpheli, dağdağalı, faidesiz bir düşmana (İngiliz) taraftarlık göstermekle muzaaf bir surette ve zararlı bir yolu tercih etmek böyle zeki, belki dâhî insanların nazarında saklı kalmasının hikmeti nedir?” diye sual benden oldu.
Gelen cevap, manevî canipten geldi. Bana denildi ki: “Sen, yirmi sene evvel manevî suale verdiğin cevap, senin bu sualine aynı cevaptır. Yani eğer galip tarafı iltizam edilseydi, yine mimsiz medeniyet namına galibâne mümanaat görmeyecek bir tarzda bu rejimi, âlem-i İslâma mevâki-i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti. Üç yüz elli milyon İslâmın selâmeti için bu zâhir yanlışı görmediler, kör gibi hareket ettiler.”
(Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, 12. Mektup, s. 42)