Meşru Muhalefet ve Prensipleri
Modül Temel Bilgileri
Modül (Alt Konu)
Amaçlar
Yöntem ve Teknik-Etkinlik
Materyal ve Teknoloji
İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci
- Etkinlik-1
- Öğrenciler çok ise önce 4 ya da 8 kişilik gruplar oluşturulur. Grup üyeleri önce tek tek, sonra 2- 4 şeklinde gruplar halinde çalışır.
- Etkinlikte her öğrenci öncelikle bağımsız çalışır. Sonra 2’li, daha sonra da 4’lü şeklinde öğrenci sayısına göre baştan belirlenir.
- Muhalefet davranışlarının/ ifadelerinin nasıl olması gerektiği konusunda öğrencilerden metnin kavram ve kelimelerini kullanarak kendilerini ifade eden cümleler/ilkeler yazmaları istenir (örneğin, “başkasının da farklı görüşleri olduğunu unutmamalıyım” gibi).
- Sonra ikili olup ilkeleri gözden geçirip, ortak olanları çıkarıp, listeyi oluştururlar.
- Sonra 4’lü olup ilkeleri gözden geçirirler. Birden fazla grup varsa gruplar ilkelerini okuyarak paylaşırlar.
- 8’li grup olarak son şeklini verirler. Birden fazla grup varsa gruplar ilkelerini okuyarak paylaşırlar.
Ölçme ve Değerlendirme
İlişkili Metinler
﷽
ESDE/Divan-ı Harbi Örfi-130.sayfa)
Herkesin bir fikri var. İşte: Sulh-u umûmî, aff-ı umûmî ve ref’-i imtiyaz lâzım. Tâ ki, biri bir imtiyaz ile başkasına haşerat nazarıyla bakmakla nifak çıkmasın. Fahr olmasın, derim: Biz ki hakikî Müslümanız; aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz. Zira biliyoruz ki,
[1]اِنَّمَا الْح۪يلَةُ ف۪ى تَرْكِ الْحِيَلِ.
Fakat meşru, hakikî meşrutiyetin müsemmasına ahd ü peyman ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrutiyet libası giysin ve ismini taksın; rast gelsem sille vuracağım.
(Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 82)
***
Evet, ben neseben ve hayatça avam tabakasındanım. Ve meşreben ve fikren müsavat-ı hukuk mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adalet ile, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdat ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onun için bütün kuvvetimle adalet-i tamme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.
Fakat nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsavat-ı mutlaka kanununa zıttır. Çünkü Fâtır-ı Hakîm, kemal-i kudret ve hikmetini göstermek için az bir şeyden çok mahsulât aldırır ve bir sahifede çok kitapları yazdırır ve bir şey ile çok vazifeleri yaptırdığı gibi, beşer nev’i ile de binler nev’in vazifelerini gördürür. İşte o sırr-ı azîmdendir ki, Cenab-ı Hak, insan nev’ini, binler nevileri sümbül verecek ve hayvanatın sair binler nevileri kadar tabakat gösterecek bir fıtratta yaratmıştır.
(Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 287-88)
***
…Madem bu yirmi senede hiçbir vukuatımız gösterilmiyor ve hükûmet ele bakar, kalbe bakamaz ve her bir hükûmette şiddetli muhalifler bulunur; elbette yine adliye kanunu ile bizleri mes’ul etmezsiniz!
(Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 310)
***
İşte bu hakikate binaendir ki, Ayasofya’yı puthane ve Meşihatı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî, kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz ve şahsımız itibarıyla amel etmiyoruz. Ve bu yirmi sene işkenceli esaretimde eşedd-i zulüm şahsıma edildiği halde, siyasete karışmadık, idareye ilişmedik, asayişi bozmadık.
(Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 424)
***
Hem her hükûmette muhalifler bulunur. Yalnız fikren muhalefet, bir suç olmaz. Hükûmet ele bakar, kalbe bakmaz. Ve bilhassa vatan ve millete zararsız çok hizmeti ve faydası bulunan ve sonra hayat-ı içtimaiyeye karışmayan ve tecrid-i mutlakta yaşattırılan ve eserleri âlem-i İslâm’ın en mühim merkezlerinde kemal-i takdir ve tahsin ile karşılanan HÂŞİYE bir adam hakkında, bu pek acib ve asılsız ittihamları yapanlar, anarşilik, belki komünistlik hesabına bilmeyerek istimal ediliyor diye, endişe ediyoruz.
HÂŞİYE: Bu eserleri hakkında makam-ı iddia, iddianamesinde yüz yanlışından, sekseninci yanlışında demiş ki: “Beşinci Şuâ’daki teviller yanlıştır.”
Elcevap: Beşinci Şuâ’da “Allahü a’lem bir tevili budur” cümlesi denildiğinden, manası budur ki: “Bu hadisin bir ihtimali ile manası bu olmak mümkündür” demektir. Bu ise mantıkça tekzibi kabil değil. Yalnız muhaliyetini ispat ile tekzip edilebilir.
Sâniyen: Yirmi seneden beri, belki kırk seneden beri benim muarızlarım ve Risale-i Nur’a itiraza çalışanlar hiçbir tevilimizi ilmen, mantıken reddetmedikleri ve o muarız ulemalarla beraber Nur Şakirdlerinin binler âlimleri tasdik edip, “fîhi nazarun” demedikleri halde; Kur’ân’ın kaç sure olduğunu bilmeyen bunu inkâr ile karşılasa, ne kadar insaf haricinde olduğunu insafınıza havale ediyorum.
Elhâsıl, tevilin manası, hadisin veyahut ayetin birçok manalarından bir mümkün ve muhtemel manası demektir.
(Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 417)
***
Sâniyen: Bir şeyi reddetmek ayrıdır, kalben kabul etmemek ayrıdır ve amel etmemek bütün bütün ayrıdır. Ehl-i hükûmet ele bakar, kalbe bakmaz. İdare ve asayişe ilişmeyen şiddetli muhalifler, her hükûmette bulunur. Hatta Hazret-i Ömer’in (ra) taht-ı hâkimiyetindeki Hıristiyanlara kanun-u şeriatı ve Kur’ân’ı inkâr ettikleri halde ilişilmiyordu. Hürriyet-i fikir ve serbestiyet-i vicdan düsturu ile, Risale-i Nur’un bir kısım şakirdleri, idareye dokunmamak şartıyla rejim ve usulünüzü ilmen kabul etmezse ve muhalif amel etse, hatta rejimin sahibine adavet etse, onlara kanunen ilişilmez.
(Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 381)
***
En birinci ithamları, beni rejim aleyhtarı olarak telâkki etmeleridir. Malûmdur ki, her hükûmette muhalifler bulunur. Asayişe, emniyete dokunmamak şartıyla, hiç kimse vicdanıyla, kalbiyle kabul ettiği bir fikirden, bir metoddan dolayı mes’ul olmaz. Bu hukukî bir mütearifedir.
Dininde çok mutaassıb ve cebbar bir hükûmet olan İngilizlerin yüz sene hâkimiyetleri altında bulunan yüz milyondan ziyade Müslümanlar, İngilizlerin küfür rejimlerini kabul etmeyip Kur’ân ile reddettikleri halde, İngiliz mahkemeleri şimdiye kadar onlara o cihetten ilişmedi.
Burada ve bütün İslâm hükûmetlerinde eskiden beri Yahudiler, Nasranîler tâbi oldukları memleketin dinine, kudsî rejimine muhalif, zıt ve muteriz bulundukları halde, o hükûmetler hiçbir zaman kanunlarla onlara o cihetten ilişmediler.
Hazret-i Ömer, hilâfeti zamanında, âdi bir Hıristiyan ile mahkemede birlikte muhakeme olundular. Halbuki o Hıristiyan, İslâm hükûmetinin mukaddes rejimlerine, dinlerine, kanunlara muhalif iken, mahkemede onun o hali nazara alınmaması açıkça gösterir ki; adalet müessesesi hiçbir cereyana kapılmaz, hiçbir tarafgirliğe kaymaz. Bu, din ve vicdan hürriyetinin bir ana umdesidir ki, komünist olmayan Şarkta, Garbda, bütün dünya adalet müesseselerinde câri ve hâkimdir.
Ben de, din ve vicdan hürriyetinin bu ana umdesine güvenerek, yüzlerce âyât-ı Kur’âniyeye istinaden, medeniyetin bozuk kısmına, hürriyet perdesi altında yürüyen mutlak bir istibdada, laiklik maskesi altında dine ve dindarlara karşı tatbik edilen en ağır bir baskıya muhalefet etmiş isem, kanunlar haricine mi çıkmış oldum? Yoksa, Anayasanın hakikî ve samimî müdafaasını mı yapmış bulundum? Haksızlığa karşı, zulme karşı, kanunsuzluğa karşı muhalefet, hiçbir hükûmette suç sayılmaz; bilakis, muhalefet meşru ve samimî bir muvazene-i adalet unsurudur.
(Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 667)
***
…tevil kaldırmaz sarih çok âyât-ı Kur’âniyeyi inkâr etmek ve bütün İslâm müçtehidlerini ve umum şeyhülislâmları suçlu yapmak mümkünse ve mürur-u zamanı ve müteaddid mahkemelerin beraetlerini ve af kanunları ve mahremiyet ve mahrem vechini ve hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikri ve fikren ve ilmen muhalefeti memleketten ve hükûmetlerden kaldırabilirseniz, beni bu şeylerle suçlu yapınız. Yoksa siz hakikat ve hak ve adalet mahkemesinde dehşetli suçlu olursunuz.
(Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 457)
***
HÂŞİYE: Âtıf’a muaraza eden ve hücum eden tarikatçi müftü ve taassuplu vaiz ve hoca ve ehl-i tarikat, ehemmiyetli ehl-i ilim ve tarikat, bu muarazada en son perdesi rejim hesabına ve tarafgirliğine ve himayesine dayanıp, Âtıf’ın müdafaa ettiği Sünnet-i Seniyye mesleğine taarruz suretine girdiğini ve Risale-i Nur’a muaraza eden, bilerek veya bilmeyerek zındıkaya yardım ettiğine bir delil:
Bu defa adliyece benden sordular ki: “Kürt Âtıf rejim aleyhinde çalışıyor. Demek onun muarızları rejime dayandılar.”
Ben de dedim: “Rejimi reddetmek ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var ve ne de düşünüyoruz ve ne de Risale-i Nur izin veriyor. Fakat biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz. Red başka, kabul etmemek başkadır, amel etmemek daha başkadır. Hazret-i Ömer’in (ra) taht-ı hükmünde, kanun-u adalet-i şer’iyesini reddetmeyen ve ilişmeyen Yahudilere, Nasarâya ilişmiyordular. Demek kabul etmemek, tasdik etmemek, idarece bir cünha, bir suç teşkil etmiyor ki o çeşit muhalifler ve münkirler, en kuvvetli padişahların idaresi ve siyaseti altında bulunmuşlar. İşte bu nokta-i nazardan, Risale-i Nur’un şakirdlerinden en müthiş bir muhalif, rejim müessesesini tel’in de etse, bilfiil idareye ilişmese, onun mefkûresine kanunen ilişilmez. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikir onları tebrie eder.”
(Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, 162. Mektup, s. 275)
[1] En birinci hile, hileleri terk etmektir.
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ