Kur’an’ın İ’cazı
Modül Temel Bilgileri
Modül (Alt Konu)
Amaçlar
Yöntem ve Teknik-Etkinlik
Materyal ve Teknoloji
İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci
- Etkinlik-1
- Katılımcılar 3-4 kişilik gruplara ayrılır.
- Katılımcılara Mucizat-ı Kur'aniye metni verilerek erkinlikte bunu kullanmaları istenir.
- Gruplardan metinden faydalanarak aşağıdaki başlıklardan bir tanesi seçer.
- “KUR’AN MUCİZEDİR”
- “KUR’AN BENZERSİZDİR”
- “KUR’AN’IN BELAGATI”
Ölçme ve Değerlendirme
İlişkili Metinler
BİRİNCİ SURET
İ’câzı vardır ve mevcuttur. Çünkü Cezîretü’l-Arab ahalisi o asırda ekseriyet-i mutlaka itibarıyla ümmî idi. Ümmîlikleri için mefahirlerini ve vukuat-ı tarihiyelerini ve mehasin-i ahlâka yardım edecek durûb-u emsallerini kitabet yerine şiir ve belâgat kaydıyla muhafaza ediyorlardı.
Manidar bir kelâm, şiir ve belâgat câzibesiyle eslâftan ahlâfa hafızalarda kalıp gidiyordu. İşte şu ihtiyac-ı fıtrî neticesi olarak, o kavmin manevî çarşı-yı ticaretlerinde en ziyade revaç bulan, fesahat ve belâgat metaı idi. Hatta bir kabilenin beliğ bir edibi, en büyük bir kahraman-ı millîsi gibiydi. En ziyade onunla iftihar ediyorlardı. İşte İslâmiyet’ten sonra âlemi zekâlarıyla idare eden o zeki kavim, şu en revaçlı ve medar-ı iftiharları ve ona şiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belâgatte akvam-ı âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâgat, o kadar kıymettar idi ki, bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musalâha ediyorlardı. Hatta onların içinde “Muallâkat-ı Seb’a” namıyla yedi edibin yedi kasidesini altınla Kâbe’nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı.
İşte böyle bir zamanda, belâgat en revaçlı olduğu bir anda Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan nüzul etti. Nasıl ki zaman-ı Mûsa
Aleyhisselâmda sihir ve zaman-ı İsa Aleyhisselâmda tıp revaçta idi; mu’cizelerinin mühimi o cinsten geldi. İşte o vakit büleğa-i Arabı en kısa bir suresine mukabeleye davet etti.
[1]وَاِنْ كُنْتُمْ ف۪ى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪
fermanıyla onlara meydan okuyor.
Hem der ki: “İman getirmezseniz mel’unsunuz, Cehenneme gireceksiniz.” Damarlarına şiddetle vuruyor, gururlarını dehşetli surette kırıyor, o kibirli akıllarını istihfaf ediyor. Onları bidayeten idam-ı ebedî ile ve sonra da Cehennemde idam-ı ebedî ile beraber dünyevî idam ile de mahkûm ediyor. Der: “Ya muaraza ediniz, yahut can ve malınız helâkettedir.”
İşte eğer muaraza mümkün olsaydı, acaba hiç mümkün mü idi ki, bir iki satırla muaraza edip davasını iptal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en müşkülâtlı muharebe tarikı ihtiyâr edilsin. Evet, o zeki kavim, o siyasî millet ki, bir zaman âlemi siyasetle idare ettiği hâlde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terk etsin, en tehlikeli ve bütün mal ve canını belâya atacak uzun bir yolu ihtiyâr etsin; hiç kabil midir? Çünkü edibleri birkaç hurufatla muaraza edebilseydi, Kur’ân davasından vazgeçerdi. Onlar da maddî ve manevî helâketten kurtulurlardı. Hâlbuki muharebe gibi dehşetli, uzun bir yolu ihtiyâr ettiler. Demek, muaraza-i bi’l-huruf mümkün değildi, muhaldi; onun için muharebe-i bi’s-süyufa mecbur oldular.
Hem Kur’ân’ı tanzir etmek, taklidini yapmak için gayet şiddetli iki sebep vardı: Birisi, düşmanın hırs-ı muarazası, diğeri dostlarının şevk-i taklididir ki; şu iki saik-i şedid altında, milyonlar Arabî kitaplar yazılmış ki, hiçbirisi ona benzemez. Âlim olsun, âmî olsun, her kim ona ve onlara baksa, kat’iyen diyecek ki: “Kur’ân, bunlara benzemez. Hiçbirisi onu tanzir edemez.” Şu hâlde, ya Kur’ân, bütününün altındadır –bu ise, bütün dost ve düşmanın ittifakıyla battaldır, muhaldir– veya Kur’ân o yazılan umum kitapların fevkindedir.
Eğer desen: “Nasıl biliyoruz ki, kimse muarazaya teşebbüs etmedi? Kimse kendine güvenemedi mi ki, meydana çıksın? Birbirinin yardımı da mı fayda etmedi?”
Elcevap: Eğer muaraza mümkün olsaydı, alâküllihâl kat’î teşebbüs edilecekti. Çünkü izzet ve namus meselesi, can ve mal tehlikesi vardı. Eğer teşebbüs edilseydi, alâküllihâl kat’î taraftar pek çok bulunacaktı. Çünkü hakka muarız ve muannid daima kesretli idi. Eğer taraftar bulsaydı, alâküllihâl iştihar bulacaktı. Çünkü küçük bir mücadele, beşerin nazar-ı istiğrabını celb edip destanlarda iştihar eder. Şöyle acib bir mücadele ve vukuat ise gizli kalamaz. İslâmiyet aleyhinde tâ en çirkin ve en şenî şeylere kadar nakledilir, meşhur olur. Hâlbuki muarazaya dair Müseylime-i Kezzab’ın bir iki fıkrasından başka nakledilmemiş. O Müseylime’de, çendan belâgat varmış; fakat hadsiz bir hüsn-ü cemale mâlik olan beyan-ı Kur’ân’a nisbet edildiği için onun sözleri hezeyan suretinde tarihlere geçmiştir. İşte Kur’ân’ın belâgatindeki i’câz, kat’iyen iki kere iki dört eder gibi mevcuttur ki, iş böyle oluyor.
(Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 412)
[1] Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sure getirin. (Bakara Suresi: 23.)