İnsanın Vazife-i Asliyesi
Modül Temel Bilgileri
Modül (Alt Konu)
Amaçlar
Yöntem ve Teknik-Etkinlik
Materyal ve Teknoloji
İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci
- I.BALIK KILÇIĞI
- 1.Talebelere “Doğmadan önce nerede olduğunuzu biliyor musunuz?” sorusu sorulur.
- 2.“Bu dünyaya nereden geldiniz?” sorusu cevaplatılır.
- 3.Dünyaya gelmeleri ile ilgili düşüncelerini söylemeleri için beyin fırtınası yaptırılır.
- 4.İlgili metinler ferdi ve topluca okutulur ve dinletilir.
- 5. Balık kılçığı etkinlik kâğıtları dağıtılır, “Nereden geldik, nereye gidiyoruz? Bu dünyada vazifemiz nedir?” sorularının cevapları balık kılçığı üzerine yazdırılır.
- II.KELİME KARTLARI
- 1.Talebeler ile birlikte kelime kartları hazırlanır.
- 2.Kelime kartlarına “âlem-i ervah, rahm-ı mâder, gençlik, ihtiyarlık, kabir, berzah, haşir, sırat köprüsü, ebedü’l-âbâd” kelimeleri ile insanın asli vazifelerini ifade eden “iman,ibadet,ilim,dua,namaz ” kelimeleri yazılır.
- 3.Talebelere birer kart çektirilir ve çekilen kartlardaki kelimelerle ilgili düşünceleri sorulur.
Ölçme ve Değerlendirme
İlişkili Metinler
﷽
İnsanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zimmeti, mârifetullah ve iman-ı billâhtır ve iz’an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.(7.Şua, Mukaddeme)
İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır.(23.Söz,1.Mebhas, 4.Nokta)
İnsanın vazife-i asliyesi, aczini ve fakrını ve kusurunu derk ederek ubudiyetle ilân etmek; ve hâcâtının celbi için dua etmek; ve mevcudatın tesbihatını görüp müşahede ederek şehadet etmek; ve nimetleri görüp tefekkür içinde şükretmek; ve ibret içinde bakmaktır.( Nurun İlk Kapısı > 9.Ders >6.Mukaddeme)
“Ey benî-Âdem!
Nereden geliyorsunuz ve nereye gideceksiniz ve ne yapacaksınız?
Ve her şeye karışıyor ve bazan karıştırıyorsunuz.
Sultanınız ve hatibiniz ve reisiniz ve ileri geleniniz kimdir?
Tâ bana cevab versin.”
O muhavereler içinde birden kafile-i benî-Âdem’den Muhammedü’l-Hâşimî (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), emsalleri olan ulü’l-azm peygamberler gibi fenn-i hikmete karşı kalktı.
Ve Kur’anın lisanıyla dedi ki:
“Ey müstantık hikmet!
Biz mevcudat kafilesi, adem karanlıklarından Sultan-ı Ezelî’nin kudretiyle çıktık, ziya-yı vücuda girdik, varlık nurunu bulduk.
Her bir taifemiz bir vazifeye girdik.
Ve biz benî-Âdem taifesi ise, bir emanet-i kübra rütbesi ve hilafet-i zemin vazifesiyle sair mevcudat kardeşlerimizin içinde imtiyazlı ve memuriyet sıfatı ile bu meşher-i kâinata gönderilmişiz.
Her vakitte yola çıkmaya müheyya bir vaziyetteyiz ve haşir yolu ile saadet-i ebediyenin kazanmasının tedariki ile meşgulüz.
Ve bizim re’sü’l-malımız olan istidadlarımızın çekirdeklerini sünbüllendirmeye, iman ve Kur’anla inkişaf ettirmekle iştigal ediyoruz.
İşte o kafilenin reisi ve hatibi benim.
İşte elimdeki bu fermanı; manevî ve maddî hava, bir tek lisan gibi bütün kâinata o fermanın her kelimesini bir anda milyarlar yapıp işittiriyor.
İşte o menşur u ferman, Ezel ve Ebed Sultanı’nın kelâmıdır.
Ve emirleri ve konuşmaları olduğuna delil-i kat’î, üstünde parlayan sikke-i şahanesi ve turra-i sermediyesine bak, gör, git, söyle.”
(Emirdağ-2 – say. 329 Yeni Asya Neşriyat)
——
O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur.(23.Söz,2.Mebhas, 3.Nükte)
Ey nefis! Ubûdiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sabıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve ubûdiyetle muvazzafız.
Çünkü, ey nefis, hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zülcelâl, sana iştihalı bir mide verdiğinden, Rezzâk ismiyle, bütün mat’umâtı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur.
Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, rû-yi zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti, o ellerin önüne koymuştur.
Sonra, mânevî çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana verdiğinden, âlem‑i mülk ve melekût gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır.
Sonra, nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tagaddî eden ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyeti ve imanı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile beraber Esmâ-i Hüsnâ ve sıfât-ı mukaddesenin dairesine şamil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir.
Sonra, imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-ı mütenâhi bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir. (Sözler > 24.Söz: Esma-i hüsna hakkında > 5.Dal: 2. meyve)
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ