İmanın Tahkiki Hale Gelmesi

Modül Temel Bilgileri

Modül (Alt Konu)

İmanın Tahkiki Hale Gelmesi

Amaçlar

Tahkiki imanı örneklerle açıklar. Tahkiki iman derecesine nasıl ulaşabileceğini fark eder. Kur’an’dan alınan marifetin farklarını sıralar.

Yöntem ve Teknik-Etkinlik

Farklılık Bulma, Hikaye yazma

Materyal ve Teknoloji

Kağıt kalem

İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci

  • Etkinlik-1
    • Öğrenciler 4-5 kişilik gruplara ayrılır. Tek grup da olabilir.
    • Gruplara tahkiki iman ile ilgili metinden araştırarak Risale-i Nur’la İlmi kelam ve Tasavvuf mesleklerinin tahkiki imana ulaşma noktasındaki farklılıklarının bulunması istenir.
    • Gruplar farklılıkları listelerler.
    • Gruplar yazdıklarını uygun yollarla paylaşırlar. Sunum, pano vb.
  •  
  • Etkinlik-2
    • Öğrencilerden tahkiki imana ulaşabilmek için sırasıyla Kelam ulemasının, tasavvuf ehlinin ve Risale-i Nur’un yolunu kullanan bir kahramanın somutlama sanatından yararlanarak hikayesinin yazılması istenir.

Ölçme ve Değerlendirme

-Cümle tamamlama
Ömrünün seneleri adedince, belki günleri adedince, belki saatleri adedince birer ferd-i âhar sayılır. Çünkü, zaman altına girdiği için, o ferd-i vahid bir model hükmüne geçer, her gün bir ferd-i âhar şeklini giyer bu yüzden………..
 
Ulema-i ilm-i kelamın mesleği bir su getirmek için, küngân (su borusu) ile uzak yerden, dağlar altından kazmak ve su getirmeye benzer çünkü………..
 
Muhyiddin-i Arabî mesleği,   kâinatın vücudunu inkâr edecek bir tarza kadar gelmiş çünkü…………

İlişkili Metinler

Evet, ilm-i kelâm vasıtasıyla kazanılan marifet-i İlâhiye, marifet-i kâmile ve huzur-u tam vermiyor. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın tarzında olduğu vakit hem marifet-i tammeyi verir, hem huzur-u etemmi kazandırır ki inşaallah Risale-i Nur’un bütün eczaları, o Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın cadde-i nurânîsinde birer elektrik lâmbası hizmetini görüyorlar.

Hem Muhyiddin-i Arabî’nin nazarına Fahreddin-i Razî’nin ilm-i kelâm vasıtasıyla aldığı marifetullah ne kadar noksan görülüyor. Öyle de, tasavvuf mesleğiyle alınan marifet dahi, Kur’ân-ı Hakîm’den doğrudan doğruya veraset-i Nübüvvet sırrıyla alınan marifete nisbeten o kadar noksandır. Çünkü Muhyiddin-i Arabî mesleği, huzur-u daimîyi kazanmak için [1]لَا مَوْجُودَ اِلَّا هُوَ deyip kâinatın vücudunu inkâr edecek bir tarza kadar gelmiş. Ve sairleri ise yine huzur-u daimîyi kazanmak için [2]لَا مَشْهُودَ اِلَّا هُوَ deyip kâinatı nisyan-ı mutlak altına almak gibi acib bir tarza girmişler.

Kur’ân-ı Hakîm’den alınan marifet ise huzur-u daimîyi vermekle beraber ne kâinatı mahkûm-u adem eder ne de nisyan-ı mutlakta hapseder. Belki başıbozukluktan çıkarıp Cenab-ı Hak namına istihdam eder; her şey mir’at-ı marifet olur. Sadi-i Şirazî’nin dediği gibi:

[3]دَرْ نَظَرِ هُوشِيَارْ هَرْ وَرَقٖى دَفْتَرٖيسْتْ اَزْ مَعْرِفَتِ كِرْدِگَارْ

Her şeyde Cenab-ı Hakkın marifetine bir pencere açar.

Bazı Sözlerde ulema-i ilm-i kelâmın mesleği ile Kur’ân’dan alınan minhac-ı hakikînin farkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki:

Meselâ bir su getirmek için bazıları küngân (su borusu) ile uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kısım da her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir, tıkanır, kesilir. Fakat her yerde kuyuları kazıp su çıkarmaya ehil olanlar, zahmetsiz her bir yerde suyu buldukları gibi; aynen öyle de ulema-i ilm-i kelâm, esbabı, nihayet-i âlemde teselsül ve devrin muhaliyeti ile kesip, sonra Vacibü’l-Vücud’un vücudunu onunla ispat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma Kur’ân-ı Hakîm’in minhac-ı hakikîsi ise her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Her bir ayeti, birer asâ-yı Mûsa gibi nereye vursa âb-ı hayat fışkırtıyor, [4]وَف۪ى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰٓى اَنَّهُ وَاحِدٌ düsturunu her şeye okutturuyor.

Hem iman yalnız ilim ile değil; imanda çok letaifin hisseleri var. Nasıl ki bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif a’sâba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesâil-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra derecata göre ruh, kalp, sır, nefis ve hakeza, letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa noksandır. İşte Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin-i Râzî’ye bu noktayı ihtar ediyor.

Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 385

***

Dördüncü Mesele

[5]جَدِّدُٓوا ا۪يمَانَكُمْ بِلَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ’ın hikmetini soruyorsunuz. Onun hikmeti çok Sözlerde zikredilmiştir. Bir sırr-ı hikmeti şudur ki:

İnsanın hem şahsı, hem âlemi her zaman teceddüd ettikleri için her zaman tecdid-i imana muhtaçtır. Zira insanın her bir ferdinin manen çok efradı var. Ömrünün seneleri adedince,

belki günleri adedince, belki saatleri adedince birer ferd-i âhar sayılır. Çünkü zaman altına girdiği için o ferd-i vahid bir model hükmüne geçer, her gün bir ferd-i âhar şeklini giyer.

Hem insanda bu taaddüd ve teceddüd olduğu gibi, tavattun ettiği âlem dahi seyyardır. O gider, başkası yerine gelir. Daima tenevvü’ ediyor, her gün başka bir âlem kapısını açıyor. İman ise hem o şahıstaki her ferdin nur-u hayatıdır, hem girdiği âlemin ziyasıdır. لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ise o nuru açar bir anahtardır.

Hem insanda madem nefis, heva ve vehim ve şeytan hükmediyorlar; çok vakit imanını rencide etmek için gafletinden istifade ederek çok hileleri ederler, şüphe ve vesveselerle iman nurunu kaparlar.

Hem zâhir-i Şeriata muhalif düşen ve hatta bazı imamlar nazarında küfür derecesinde tesir eden kelimat ve harekât eksik olmuyor. Onun için her vakit, her saat, her gün tecdid-i imana bir ihtiyaç vardır.

Sual: Mütekellimîn uleması, âlemi imkân ve hudus’un ünvan-ı icmâlîsi içinde sarıp zihnen üstüne çıkar, sonra vahdaniyeti ispat ederler. Ehl-i tasavvufun bir kısmı, tevhid içinde tam huzuru kazanmak için, [6]لَا مَشْهُودَ اِلَّا هُوَ deyip kâinatı unutur, nisyan perdesini üstüne çeker, sonra tam huzuru bulur. Ve diğer bir kıs­mı, hakikî tevhidi ve tam huzuru bulmak için [7]لَا مَوْجُودَ اِلَّا هُوَ diyerek kâinatı hayale sarar, ademe atar; sonra huzur-u tam bulur. Halbuki sen bu üç meşrebden hariç bir cadde-i kübrayı Kur’ân’da gösteriyorsun. Ve onun şiarı olarak, [8]لَا مَعْبُودَ اِلَّا هُوَ ۝ لَا مَقْصُودَ اِلَّا هُوَ diyorsun. Bu caddenin tevhide dair bir bürhanını ve bir muhtasar yolunu icmâlen göster.

Elcevap: Bütün Sözler ve bütün Mektub’lar o caddeyi gösterir. Şimdilik istediğiniz gibi azîm bir hüccetine ve geniş ve uzun bir bürhanına muhtasaran işaret ederiz. Şöyle ki:

Âlemde her bir şey, bütün eşyayı kendi Hâlık’ına verir. Ve dünyada her bir eser, bütün âsârı kendi Müessirinin eserleri olduğunu gösterir. Ve kâinatta her bir fiil-i icadî, bütün ef’al-i icadiyeyi kendi Fâilinin fiilleri olduğunu ispat eder. Ve mevcudatta tecelli eden her bir isim, bütün esmayı kendi Müsemmasının isimleri ve ünvanları olduğuna işaret eder. Demek her bir şey, doğrudan doğruya bir bürhan-ı vahdaniyettir ve marifet-i İlâhiyenin bir penceresidir.

Evet, her bir eser, hususan zîhayat olsa, kâinatın küçük bir misal-i musağğarıdır ve âlemin bir çekirdeğidir ve küre-i arzın bir meyvesidir. Öyle ise o misal-i musağğarı, o çekirdeği, o meyveyi icad eden, herhalde bütün kâinatı icad eden yine Odur. Çünkü meyvenin mûcidi, ağacının mûcidinden başkası olamaz. Öyle ise her bir eser, bütün âsârı Müessirine verdiği gibi her bir fiil dahi bütün ef’ali Fâiline isnad eder.

Çünkü görüyoruz ki her bir fiil-i icadî, ekser mevcudatı ihata edecek derecede geniş ve zerreden şümusa kadar uzun birer kanun-u hallâkıyetin ucu olarak görünüyor. Demek o cüz’î fiil-i icadî sahibi kim ise o mevcudatı ihata eden ve zerreden şümusa kadar uzanan kanun-u küllî ile bağlanan bütün ef’alin Fâili olmak gerektir.

Evet, bir sineği ihya eden, bütün hevâmı ve küçük hayvanatı icad eden ve arzı ihya eden Zat olacaktır. Hem Mevlevî gibi zerreyi döndüren kim ise müteselsilen mevcudatı tahrik edip tâ şemsi seyyaratıyla gezdiren aynı Zat olmak gerektir. Çünkü kanun bir silsiledir, ef’al onun ile bağlıdır.

Demek nasıl her bir eser bütün âsârı Müessirine verir ve her bir fiil-i icadî bütün ef’ali Fâiline mal eder, aynen öyle de kâinattaki tecelli eden her bir isim, bütün isimleri kendi Müsemmasına isnad eder ve Onun ünvanları olduğunu ispat eder. Çünkü kâinatta tecelli eden isimler, devair-i mütedahile gibi ve ziyadaki elvan-ı seb’a gibi birbiri içine giriyor, birbirine yardım ediyor, birbirinin eserini tekmil ediyor, tezyin ediyor.

(Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 387)

[1] Ondan başka hiçbir gerçek varlık yoktur.

[2] Ondan başka görülen gerçek hiçbir şey yoktur.

[3] Uyanık ve zeki gözlerin nazarında, her yaprak Allah’ın marifetine dair bir defterdir.

[4] Her şeyde Allah’ın varlık ve birliğini gösteren bir delil vardır. (İbnü’l-Mu’tez’in mısraı.)

[5] İmanınızı Lâ ilâhe illallah ile yenileyiniz. (Münzirî, Tergib ve Terhib, 2:415; Müsned, 2:359; Hâkim, Müstedrek, 4:256; Heysemî, Mecmaü’z-Zevaid, 1:52.)

[6] Ondan başka görülen gerçek hiçbir varlık yoktur.

[7] Ondan başka gerçek hiçbir varlık yoktur.

[8] Ondan başka hiçbir ma’bud yoktur • Ondan başka hiçbir maksud yoktur.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Modülü İndir (PDF)

Modül_75.pdf
Size: 220,77 KB

Modül Değişiklik Önerisi Formu
Bu formu bitirebilmek için tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Değişiklik Önerisi
Yüklemek için tıklayın veya dosyayı bu alana sürükleyin.
İmanın Tahkiki Hale Gelmesi
Free
Seviye
İleri Seviye
Süre 40 dakika