Hz. Adem’e (As)’e İsimlerin Öğretilmesinin Mahiyeti
Modül Temel Bilgileri
Modül (Alt Konu)
Amaçlar
Yöntem ve Teknik-Etkinlik
Materyal ve Teknoloji
İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci
- Etkinlik-1
- Öğrencilerden her birine bir sıra numarası verilir ve bir çember oluşturmaları istenir. (kalabalık gruplarda 5-7 kişilik gruplar olabilir)
- Adem in talimi esma ile ulaştığı mertebeyi ve talimi esmanın ilimlerle ilişkisine ilişkin her katılımcı metinden cümleler çıkarır.
- Grupta söylenenleri kaydetmek için bir sekreter üyelerce seçilir.
- Öncelikle çember sağa doğru döndürülür ve ilk numaradan başlayarak katılımcılar hazırladıkları “talim-i esma neden gereklidir” ile ilgili bir cümle söylerler.
- Aynı anlama gelen/ söylenmiş cümleler tekrar edilmez.
- Katılımcıların hepsi “pas” deyinceye kadar çember devam eder.
- Daha sonra çember sola doğru döndürülür. Bu sefer sondaki numaradan başlayarak öğrenciler “Hz. Adem’e öğretilen isimlerin insanlık tarihine etkileri nelerdir?” sorusu ile ilgili birer cümlelerini söylerler.
- Aynı anlama gelen/ söylenmiş cümleler tekrar edilmez.
- Her katılımcı pas deyinceye kadar devam eder.
- Rapor panoda/okuyarak paylaşılır.
Ölçme ve Değerlendirme
İlişkili Metinler
Hem meselâ, [1]وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا “Hazret-i Âdem Aleyhisselâmın dava-i hilâfet-i kübrada mu’cize-i kübrası, talim-i esmadır” diyor. İşte sair enbiyanın mu’cizeleri, birer hususî harika-i beşeriyeye remzettiği gibi, bütün enbiyanın pederi ve divan-ı nübüvvetin fatihası olan Hazret-i Âdem Aleyhisselâmın mu’cizesi umum kemâlât ve terakkiyat-ı beşeriyenin nihayetlerine ve en ileri hedeflerine sarahate yakın işaret ediyor.
Cenab-ı Hak (Celle Celâluhû), manen şu ayetin lisan-ı işaretiyle diyor ki: “Ey benî Âdem! Sizin pederinize, melâikelere karşı hilâfet davasında rüçhaniyetine hüccet olarak, bütün esmayı talim ettiğimden, siz dahi madem onun evlâdı ve vâris-i istidadısınız; bütün esmayı taallüm edip, mertebe-i emanet-i kübrada bütün mahlûkata karşı rüçhaniyetinize liyakatinizi göstermek gerektir. Zira kâinat içinde, bütün mahlûkat üstünde en yüksek makamata gitmek ve zemin gibi büyük mahlûkatlar size musahhar olmak gibi mertebe-i âliyeye size yol açıktır. Haydi, ileri atılınız ve birer ismime yapışınız, çıkınız.
“Fakat sizin pederiniz, bir defa şeytana aldandı, Cennet gibi bir makamdan rûy-i zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyatınızda şeytana uyup hikmet-i İlâhiyenin semavatından, tabiat dalâletine sukuta vasıta yapmayınız. Vakit be vakit başınızı kaldırıp, Esma-i Hüsnama dikkat ederek, o semavata urûc etmek için fünununuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız. Tâ fünun ve kemâlâtınızın menbaları ve hakikatleri olan esma-i Rabbaniyeme çıkasınız ve o esmanın dürbünüyle, kalbinizle Rabbinize bakasınız.”
Bir Nükte-i Mühimme ve Bir Sırr-ı Ehem
Şu âyet-i acîbe, insanın câmiiyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütün kemâlât-ı ilmiye ve terakkiyat-ı fenniye ve havârik-ı sun’iyeyi “talim-i esma” ünvanıyla ifade ve tabir etmekte şöyle latîf bir remz-i ulvî var ki:
Her bir kemâlin, her bir ilmin, her bir terakkiyatın, her bir fennin bir hakikat-i âliyesi var ki, o hakikat, bir ism-i İlâhîye dayanıyor. Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyatı ve muhtelif daireleri bulunan o isme dayanmakla o fen, o kemâlât, o sanat, kemâlini bulur, hakikat olur. Yoksa, yarım yamalak bir surette nâkıs bir gölgedir.
Meselâ, hendese bir fendir. Onun hakikati ve nokta-i müntehası Cenab-ı Hakkın ism-i Adl ve Mukaddir’ine yetişip, hendese âyinesinde o ismin hakîmâne cilvelerini haşmetiyle müşahede etmektir.
Meselâ, tıp bir fendir, hem bir sanattır. Onun da nihayeti ve hakikati Hakîm-i Mutlak’ın Şâfi ismine dayanıp, eczahane-i kübrası olan rûy-i zeminde Rahîmâne cilvelerini, edviyelerde görmekle, tıp, kemâlâtını bulur, hakikat olur.
Meselâ, hakikat-i mevcudattan bahseden hikmetü’l-eşya, Cenab-ı Hakkın (celle celâlühu) ism-i Hakîm’inin tecelliyat-ı kübrasını müdebbirâne, mürebbiyâne, eşyada, menfaatlerinde ve maslahatlarında görmekle ve o isme yetişmekle ve ona dayanmakla, şu hikmet, hikmet olabilir. Yoksa, ya hurafata inkılâb eder ve malâyaniyat olur veya felsefe-i tabiiye misillü, dalâlete yol açar.
İşte sana üç misal; sair kemâlât ve fünunu bu üç misale kıyas et.
İşte Kur’ân-ı Hakîm, şu ayetle, beşeri şimdiki terakkiyatında pek çok geri kaldığı en yüksek noktalara, en ileri hududa, en nihayet mertebelere, arkasına dest-i teşviki vurup, parmağıyla o mertebeleri göstererek “Haydi, arş ileri!” diyor. Bu ayetin hazine-i uzmâsından şimdilik bu cevherle iktifa ederek, o kapıyı kapıyoruz.
(Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 294)
[1] Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti. (Bakara Suresi: 31.)