Hürriyet ve Demokratlık
Modül Temel Bilgileri
Modül (Alt Konu)
Amaçlar
Yöntem ve Teknik-Etkinlik
Materyal ve Teknoloji
İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci
- Beyin Fırtınası
- Önce çeşitli sorularla öğrencilerin konuya hazırlanmaları ve konunun etraflıca tartışılması sağlanır. Aşağıdaki sorular öğrencilere yöneltilir;
- Öğrenciler 3-4 kişilik gruplara ayrılır.
- Öğrencilerden; “Ben bu metinlere göre
- Demokratlık nedir?
- Neden demokratlara destek olmalıyız?
- Hürriyet – i Şer’iye gerçekleşmesi ne demektir?
- İstibdat – ı mutlak ne demektir?
- İstibadat – ı mutlak nasıl kaldırılabilir?
- Demokrasinin tesis edilebilmesi için neler gereklidir?
Ölçme ve Değerlendirme
İlişkili Metinler
﷽
Suâl: “Şimdi hürriyet bahsini suâl edeceğiz. Nedir şu hürriyet ki o kadar tevilât onda birbiriyle çekişiyorlar ve hakkında acib, garip rüyalar görülür?”
Cevap: Yirmi seneden beri onu, hatta rüyalarda takip eden ve o sevda ile her şeyi terk eden birisi, size güzel cevap verebilir.
Suâl: “Hürriyeti bize çok fena tefsir etmişler. Hatta âdeta ‘Hürriyette insan her ne sefahet ve rezalet işlese, başkasına zarar vermemek şartıyla bir şey denilmez’ diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?”
Cevap: Öyleleri hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini ilân ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zira nazenin hürriyet, âdâb-ı Şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir; belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır.
Hürriyet-i umûmî, efradın zerrat-ı hürriyatının muhassalıdır. Hürriyetin şe’ni odur ki ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın.
عَلٰى اَنَّ كَمَالَ الْحُرِّيَّةِ اَنْ لَا يَتَفَرْعَنَ وَاَنْ لَا يَسْتَهْزِئَ بِحُرِّيَّةِ غَيْرِه۪
HAŞİYE[1] [2]اِنَّ الْمُرَادَ حَقٌّ لٰكِنَّ الْمُجَاهَدَةَ لَيْسَتْ ف۪ى سَب۪يلِهَا
Suâl: “Ne diyorsun? Şu senâ ettiğin hürriyet hakkında denilmiştir:
[3]حُرِّيَّةٌ حَرِيَّةٌ بِالنَّارِ لِاَ نَّهَا تَخْتَصُّ بِالْكُفَّارِ
Cevap: O bîçare şair, hürriyeti Bolşevizm mesleği ve ibahe mezhebi zannetmiş. Hâşâ! Belki insana karşı hürriyet, Allah’a karşı ubudiyeti intâc eder. Hem de çok adamlar görmüşüm, Sultan Abdülhamid’e Ahrardan ziyade hücum ederdi ve derdi: “Hürriyet ve Kanun-u Esasî’yi otuz sene evvel kabul ettiği için fenadır.” İşte yahu, Sultan Abdülhamid’in mecbur olduğu
istibdadını hürriyet zanneden ve Kanun-u Esasî’nin müsemmasız isminden ürken adamın sözünde ne kıymet olur? Belki böyle diyenler öyledirler.
Hem de yirmi senelik İslâmiyetin bir fedaîsi de demiştir: HÂŞİYE[4] [5]حُرِّيَّةٌ عَطِيَّةُ الرَّحْمٰنِ اِذْ اَنَّهَا خَاصِّيَّةُ الْا۪يمَانِ
Suâl: “Nasıl hürriyet imanın hâssasıdır?”
Cevap: Zira rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinat’a hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi şefkat-i imaniyesi bırakmaz. Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez, bir bîçareye tahakküme dahi tenezzül etmez. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet…
(Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2020, s. 177-179)
***
Ahrar hürriyet ilişkisi
Otuz beş senedir ki siyaseti bırakmıştım ve Nurculara da “Bırakınız!” diyordum. Sebebi, siyaset ihlası kırar. Fakat şimdi hissettim ki bazı münafıklar dindarları perde yapıp dini siyasete alet, sonra da siyaseti dinsizliğe alet etmeye çalıştıklarından safdil dindarların hatırı için bir-iki defa siyasete baktım, gördüm ki:
Bizi bu üç-dört mahkemede “Dini siyasete alet ediyor” diye itham edenler kendileri dessasane dini tezyif etmek için, kendileri sonra da siyaseti dinsizliğe alet etmek için dinsizlik düsturlarını kanuna bağlamak gibi dünyada hiçbir şeddad, hiçbir zalimin yapmadığı bir dehşet gördüm. Şiddetli bir me’yusiyetim içinde, Hürriyet başında bizimle, yani İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti ile, İttihadçıların bir kısmındaki gizli farmasonlara muarız ve manen bizimle, yani İttihad-ı Muhammedi ile müttefik olan Ahrar Fırkası yine otuz beş sene sonra dirildi, yine uyandı. Birden şeair-i İslamiyenin başında olan ezan-ı Muhammedî’yi farmasonların zincirlerini kırıp ilan etmesiyle; siyasetten kat’-ı alâka eden, eskide “İttihad-ı Muhammedî” şimdi “Nurcular” namını alan ve İttihad-ı İslam içinde bulunan kardeşlerimiz yanlış basmamak için bazı şeyleri söylemek isterdim. Fakat Risale-i Nur benim bedelime konuşuyor dedim, yüzümü çevirdim.
(Beyanat ve Tenvirler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2020, s. 216)
***
Saniyen: Benim son hayatımı Isparta havâlisinde geçirmek büyük bir arzumdur. Ve Nur Efesinin dediği gibi demiştim: “Isparta, taşıyla toprağıyla benim için mübarektir.” Hatta yirmi beş seneden beri beni işkence ile tâzib eden eski hükûmete kalben ne vakit hiddet etmişsem, hiçbir zaman Isparta hükûmetine hiddet etmeyip o mübarek vatandaki hükûmetin hatırı için ötekileri de unutuyordum. Hususan oradaki eski tahribatı tamirata başlayan hakikî vatanperverler olan Demokrat namında hamiyetli Ahrarlar, yani hürriyetperverler, Nur ve Nurcuları takdir etmelerine çok minnettarım. Onların muvaffakıyetine çok dua ediyorum. İnşaallah, o Ahrarlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar.
(Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2021, 235. Mektup, s. 347)
***
Demokratlara Büyük Bir Hakikati İhtar
Şimdi Kur’ân, İslâmiyet ve bu vatan zararına üç cereyan var:
Birincisi: Komünist dinsizlik cereyanı. Bu cereyan yüzde otuz-kırk adama zarar verebilir.
İkincisi: Eskiden beri müstemlekâtların Türklerle alâkalarını kesmek için, Türkiye dairesinde dinsizliği neşretmek için, ifsat komitesi namında bir komite. Bu da yüzde on-yirmi adamı bozabilir.
Üçüncüsü: Garblılaşmak ve Hristiyanlara benzemek ve bir nevi Purutluk mezhebini İslâmlar içinde yerleştirmeye çalışan ve dinde hissesi olmayan bir kısım siyasîler heyetidir. Bu cereyan yüzde, belki binde birisini Kur’ân ve İslâmiyet aleyhine çevirebilir.
Biz Kur’ân hizmetkârları ve Nurcular, evvelki iki cereyana karşı daima Kur’ân hakikatlerini muhafazaya çalışmışız. Mümkün olduğu kadar dünyaya ve siyasete bakmamaya mesleğimiz bizi mecbur ediyormuş. Şimdi mecburiyetle bakmaya lüzum oldu. Gördük ki, Demokratlar, evvelki iki müthiş cereyana karşı bize (Nurculara) yardımcı hükmünde olabilirler. Hem onların dindar kısmı daima o iki dehşetli cereyana mesleklerince muarızdırlar. Yalnız dinde hissesi az olan bir kısım garblılaşmak ve garblılara tam benzemek mesleğini takip edenler ise, üçüncü cereyana bir yardım ediyorlar. Madem o cereyanın yüzde ancak birisini, belki binden birisini Purutlar ve Hristiyan gibi yapmaya çevirebilirler. Çünkü İngiliz iki yüz sene zarfında tahakküm ettiği iki yüz milyon İslâm’dan iki yüz adamı Purutluğa çevirememiş ve çeviremez. Hem hiçbir tarihte bir İslâm, Hristiyan olduğu ve kanaatle başka bir dini İslâmiyete tercih etmiş olduğu işitilmediğinden, iktidar partisinde bulunan az bir kısım, dinin zararına siyaset namıyla üçüncü cereyana yardım etse de, madem o Demokrat Partisi, meslek itibarıyla öteki iki cereyan-ı azîmenin durmasında ve def etmesinde mecburî vazifeleri olmasından, bu vatana ve İslâmiyete büyük bir faydası dokunabilir. Bu cihetten biz, Demokratları iktidar yerinde muhafaza etmeye Kur’ân menfaatine kendimizi mecbur biliyoruz. Onlardan hayır beklemek değil,
belki dehşetli, baştaki iki cereyana siyasetlerince muarız oldukları için, onların az bir kısmı dine verdikleri zararı, vücudun parçalanmasına bedel, yalnız bir parmağı kesmek gibi pek cüz’î bir zararla pek küllî bir zarardan kurtulmamıza sebep oluyorlar bildiğimizden, o iktidar partisinin lehinde ehl-i dini yardıma davet ediyoruz. Ve dinde lâubalî kısmını dahi cidden îkaz edip “Aman, çabuk hakikat-i İslâmiyeye yapışınız!” ihtar ediyoruz ki, vatan ve millet ve onların hayatı ve saadeti, hakaik-ı Kur’âniyeye dayanmak ve bütün âlem-i İslâm’ı arkasında ihtiyat kuvveti yapmak ve uhuvvet-i İslâmiye ile 400 milyon kardeşi bulmak ve Amerika gibi din lehinde ciddi çalışan muazzam bir devleti kendine hakikî dost yapmak, iman ve İslâmiyetle olabilir. Biz bütün Nurcular ve Kur’ân hizmetkârları onlara hem haber veriyoruz, hem İslâmiyete hizmete muvaffakiyetlerine dua ediyoruz. Hem de rica ediyoruz ki, bu memleketin bir ehemmiyetli mahsulü ve vatanda ve şimdi âlem-i İslâm’da pek büyük faydası ve hizmeti bulunan Risale-i Nur’u müsaderelerden kurtarıp neşrine hizmet etsinler. Bu vatandaki dindarları kendine taraftar etsinler. Ve selâmeti bulsunlar.
(Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2021, 348. Mektup, s. 537)
***
Şimdi Allah’a şükrediyoruz ki, siyasî partiler içinde bir parti, bir parça bunu hissetti ki, o eserlerin neşrine mâni olmadı; hakaik-ı imaniyenin dünyada bir Cennet-i maneviyeyi ehl-i imana kazandırdığını ispat eden Risale-i Nur’a mümanaat etmedi, neşrine müsaadekâr davrandı, nâşirlerine de tazyikattan vazgeçti.
Kardeşlerim, hastalığım pek şiddetli; belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan –bazen men olduğum gibi– men edileceğim. Onun için benim Nur ahiret kardeşlerim, “ehvenü’ş-şer” deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil… Çünkü dâhilde hareket menfîce olmaz. Madem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; “ehvenü’ş-şer” olarak bakınız. Daha “a’zamü’ş-şer”den kurtulmak için, onlara zararınız dokunmasın, onlara faydanız dokunsun.
Hem dâhildeki cihad-ı mânevî, mânevî tahribata karşı çalışmaktır ki, maddî değil, mânevî hizmetler lâzımdır. Onun için, ehl-i siyasete karışmadığımız gibi, ehl-i siyaset de bizimle meşgul olmaya hiçbir hakları yok…
(Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2021, 371. Mektup, s. 579)
[1] HÂŞİYE: Acele etme! Yani Mizan ceridesinin sahibi Murad haklıdır. Tanin muharriri Hüseyin Cahid yanlış ve hata ediyor.
[2] Tam ve mükemmel hürriyet, kişinin firavunlaşmaması ve başkasının hürriyeti ile alay etmemesidir. Şüphesiz, murad haktır, fakat mücahede usûlüne uygun değildir.
[3] Hürriyet Cehenneme lâyıktır; çünkü o, kâfirlere mahsustur. (Hizanlı Şeyh Selim’in beyti.)
[4] HÂŞİYE: Güzel bir tarif.
[5] Hürriyet, Rahman olan Allah’ın bir hediyesidir. Çünkü, o imanın hâssasıdır (özelliğidir).
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ