Hissiyatın Fıtrata Uygun Kullanımı
Modül Temel Bilgileri
Modül (Alt Konu)
Amaçlar
Yöntem ve Teknik-Etkinlik
Materyal ve Teknoloji
İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci
- Etkinlik-1
- Katılımcılar en az 6 kişi olmalıdır.
- Sayıya göre birden fazla 6 kişilik gruplar oluşturulur.
- Beyaz Şapka: Açık ve tarafsız ol, Kırmızı Şapka: Duygusal tepkilerini açıkla, Siyah Şapka: Tehlikeleri bil, Sarı Şapka: Avantaj ve faydalarını sırala, Yeşil Şapka: Yeni fikirler ve öneriler geliştir, Mavi Şapka: Sonuçları toparla.
- Beyaz şapka grubu tarafsız ve objektif bir şekilde sahip oldukları bilgileri özetlerler. Kırmızı şapka grubu mantıklarını katmadan duygularını ifade ederler. Bu duygular; korku, öfke, sevinç gibi basit duygulardan sezgi, önsezi gibi karmaşık duygulara kadar uzanır. Siyah şapka grubu olumsuz durumlara odaklanırlar. Sarı şapka grubu olumlu ve yapıcı düşünmeye odaklanırlar. Yeşil şapkaya grubu yaratıcılığa odaklanır ve yeni fikirler ve yeni alternatifler geliştirmeye çalışırlar. Mavi şapka grubu ise tüm grupların söyledikleri ışığında konuyu toparlarlar Öncelikle beyaz şapkaya sahip grup tahtaya çıkarılır. Sonra sırasıyla kırmızı şapka, siyah şapka, sarı şapka, yeşil şapka sahibi öğrencilere söz hakkı verilir. Öğrenciler, fikirlerini ifade etmeleri ve yeni fikirler oluşturabilmeleri konusunda desteklenir. En son mavi şapkalı öğrencilere söz hakkı verilerek konuyu toparlamaları sağlanır.
- Gruplara farklı renk şapkalar dağıtılır. Kartonlar temin edilerek herkesin kendi şapkasını hazırlaması da mümkündür.
- Katılımcıların kendine düşen şapkaya göre 7-8 dakika içinde metinden fikirler çıkarması istenir.
- Mavi şapka yönetiminde grup içinde çalışma başlar.
- Şapka sırası beyaz, sarı, siyah, kırmızı, yeşil ve mavi olarak takip edilebilir.
- En son mavi şapka bütün görüşlere göre hislerin insana neden verildiğini açıklayarak çalışmayı toparlar.
Ölçme ve Değerlendirme
İlişkili Metinler
﷽
Salisen: Görüyorum ki şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki dünyayı bir misafirhane-i askerî telâkki etsin ve öyle de iz’an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telâkki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rızayı çabuk elde edebilir. Kırılacak şişe pahasına, daimî bir elmasın fiyatını vermez; istikamet ve lezzetle hayatını geçirir.
Evet, dünyaya ait işler, kırılmaya mahkûm şişeler hükmündedir. Bâkî umûr-u uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hakeza şedîd hissiyatlar, umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı şiddetli bir surette fânî umûr-u dünyeviyeye tevcih etmek, fânî ve kırılacak şişelere bâkî elmas fiyatlarını vermek demektir. Şu münasebetle bir nokta hatıra gelmiş; söyleyeceğim. Şöyle ki:
Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fânî mahbublara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır, veyahut o mecazî mahbub, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, bâkî bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî aşk-ı hakikîye inkılâb eder.
İşte insanda binlerle hissiyat var. Her birisinin aşk gibi iki mertebesi var: Biri mecazî, biri hakikî.
- Meselâ, endişe-i istikbal hissi herkeste var. Şiddetli bir surette endişe ettiği vakit, bakar ki o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüt altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüt altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder.
- Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir. Bakar ki muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fânî mal ve afetli şöhret ve tehlikeli ve riyâya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî câh olan merâtib-i maneviyeye ve derecat-ı kurbiyeye ve zâd-ı ahirete ve hakikî mal olan a’mâl-i salihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âlî bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılâb eder.
- Hem meselâ, şiddetli bir inat ile, ehemmiyetsiz, zâil, fânî umûrlara karşı hissiyatını sarf eder. Bakar ki bir dakika inada değmeyen bir şeye bir sene inat ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şeye, inat namına sebat eder. Bakar ki bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarf etmek, hikmet ve hakikate münafidir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umûr-u zâileye vermeyip, âlî ve bâkî olan hakaik-ı imaniyeye ve esâsât-ı
İslâmiyeye ve hidemat-ı uhreviyeye sarf eder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakikî inada, yani hakta şiddetli sebata inkılâb eder.
İşte şu üç misal gibi, insanlar, insana verilen cihazat-ı maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilâne davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umûruna ve şiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarf etse, ahlâk-ı hamîdeye menşe, hikmet ve hakikate muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.
İşte tahmin ederim ki nâsihlerin nasihatleri şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: “Hased etme, hırs gösterme, adavet etme, inat etme, dünyayı sevme!” Yani “Fıtratını değiştir” gibi, zâhiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki “Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz”, hem nasihat tesir eder hem daire-i ihtiyârlarında bir emr-i teklif olur.
(Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 44-46)
***
İkinci Desise
İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havftır. Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler; onunla korkakları gemlendiriyorlar. Ehl-i dünyanın hafiyeleri ve ehl-i dalâletin propagandacıları, avamın ve bilhassa ulemanın bu damarından çok istifade ediyorlar, korkutuyorlar, evhamlarını tahrik ediyorlar.
Meselâ nasıl ki damda bir adamı tehlikeye atmak için bir dessas adam, o evhamlının nazarında zararlı görünen bir şeyi gösterip vehmini tahrik edip kova kova tâ damın kenarına gelir, baş aşağı düşürür, boynu kırılır. Aynen onun gibi çok ehemmiyetsiz evhamla çok ehemmiyetli şeyleri feda ettiriyorlar. Hatta bir sinek beni ısırmasın diyerek yılanın ağzına girer.
Bir zaman –Allah rahmet etsin– mühim bir zat kayığa binmekten korkuyordu. Onunla beraber bir akşam vakti İstanbul’dan köprüye geldik. Kayığa binmek lâzım geldi. Araba yok. Sultan Eyüp’e gitmeye mecburuz. Israr ettim.
Dedi: “Korkuyorum; belki batacağız.”
Ona dedim: “Bu Haliç’te tahminen kaç kayık var?”
Dedi: “Belki bin var.”
Dedim: “Senede kaç kayık gark olur?”
Dedi: “Bir iki tane; bazı sene de hiç batmaz.”
Dedim: “Sene kaç gündür?”
Dedi: “Üç yüz altmış gündür.”
Dedim: “Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üç yüz altmış bin ihtimalden bir tek ihtimaldir. Böyle bir ihtimalden korkan, insan değil, hayvan da olamaz.”
Hem ona dedim: “Acaba kaç sene yaşamayı tahmin ediyorsun?”
Dedi: “Ben ihtiyarım; belki on sene daha yaşamam ihtimali vardır.”
Dedim: “Ecel gizli olduğundan, her bir günde ölmek ihtimali var. Öyle ise, üç bin altı yüz günde her gün vefatın muhtemel. İşte kayık gibi üç yüz binden bir ihtimal değil, belki üç binden bir ihtimal ile bugün ölümün muhtemeldir. Titre ve ağla, vasiyet et” dedim.
Aklı başına geldi; titreyerek kayığa bindirdim. Kayık içinde ona dedim:
“Cenab-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip için değil. Ve hayatı ağır ve müşkül ve elîm ve azap yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa, hatta beş altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârâne bir havf meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimal ile havf etmek evhamdır, hayatı azaba çevirir.”
(Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 490)
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ