Ehl-i Sünnet ile Şia’nın Hz. Ali’ye Bakışları
Modül Temel Bilgileri
Modül (Alt Konu)
Amaçlar
Yöntem ve Teknik-Etkinlik
Materyal ve Teknoloji
İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci
- Etkinlik-1
- Katılıcı sayısına göre 4-5 kişilik gruplara ayrılır. Tek grup da olabilir.
- Gruplara kitaptan/metinden araştırarak Şia ve Ehl-i Sünnet arasındaki benzerlik ve farklılıkları bulmaları istenir.
- Gruplar benzerlik ve farklılıkları listelerler.
- Bir tablo üzerinde gösterilmesi istenir.
- Gruplar yazdıklarını uygun yollarla paylaşırlar. Sunum, pano vb.
Ölçme ve Değerlendirme
İlişkili Metinler
﷽
LEM’ALAR 4.LEM’A 4.NÜKTE’den Bazı Bölümler
Dördüncü Nükte
Şialarla Ehl-i Sünnet ve Cemaatin medar-ı nizâı, hatta akaid-i imaniye kitaplarına ve esasat-ı imaniye sırasına girecek derecede büyütülmüş bir meseleye kısaca bir işaret edeceğiz. Mesele şudur:
Ehl-i Sünnet ve Cemaat der ki: “Hazret-i Ali (ra) Hulefa-i Erbaanın dördüncüsüdür. Hazret-i Sıddık (ra) daha efdaldir ve hilâfete daha müstahak idi ki en evvel o geçti.”
Şialar derler ki: “Hak Hazret-i Ali’nin (ra) idi. Ona haksızlık edildi. Umumundan en efdal Hazret-i Ali’dir.” Davalarına getirdikleri delillerin hülâsası:
Derler ki: Hazret-i Ali (ra) hakkında vârid ehadis-i Nebeviye ve Hazret-i Ali’nin (ra) “Şah-ı Velâyet” ünvanıyla, ekseriyet-i mutlaka ile evliyanın ve tariklerin mercii ve ilim ve şecaat ve ibadette harikulâde sıfatları ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ona ve ondan teselsül eden Âl-i Beyt’e karşı şiddet-i alâkası gösteriyor ki en efdal odur. Daima hilâfet onun hakkı idi, ondan gasp edildi.
Elcevap: Hazret-i Ali (ra) mükerreren, kendi ikrarı ve yirmi seneden ziyade o hulefa-i selâseye ittiba ederek onların şeyhülislâmlığı makamında bulunması, Şiaların bu davalarını cerh ediyor. Hem hulefa-i selâsenin zaman-ı hilâfetlerinde fütuhat-ı İslâmiye ve mücahede-i a’dâ hâdiseleri ve Hazret-i Ali’nin (ra) zamanındaki vakıalar, yine hilâfet-i İslâmiye noktasında Şiaların davalarını cerh ediyor. Demek Ehl-i Sünnet ve Cemaatin davası haktır.
[…]
Hazret-i Ali’nin (ra) şahsı hakkında sair hulefadan ziyade senakârâne ehadisin kesretle intişarının sırrı şudur ki: Emevîler ile Haricîler ona haksız hücum ve tenkis ettiklerine mukabil, Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak, onun hakkında rivâyâtı çok neşrettiler. Sair Hulefa-i Raşidîn ise öyle tenkit ve tenkise çok maruz kalmadıkları için onlar hakkındaki ehadisin intişarına ihtiyaç görülmedi.
Hem istikbalde Hazret-i Ali (ra) elîm hâdisâta ve dahilî fitnelere maruz kalacağını nazar-ı nübüvvetle görmüş, Hazret-i Ali’yi (ra) me’yusiyetten ve ümmetini onun hakkında sû-i zandan kurtarmak için [1]مَنْ كُنْتُ مَوْلَاهُ فَعَلِىٌّ مَوْلَاهُ gibi mühim hadislerle Hazret-i Ali’yi (ra) teselli ve ümmeti irşad etmiştir.
Hazret-i Ali’ye (ra) karşı Şia-i Velâyetin ifratkârâne muhabbetleri ve tarikat cihetinden gelen tafdilleri, kendilerini Şia-i Hilâfet derecesinde mes’ul etmez. Çünkü ehl-i velâyet, meslek itibarıyla, muhabbet ile mürşidlerine bakarlar. Muhabbetin şe’ni
ifrattır. Mahbubunu makamından fazla görmek arzu ediyor. Ve öyle de görüyor. Muhabbetin taşkınlıklarında ehl-i hal mazur olabilirler. Fakat onların muhabbetten gelen tafdili, Hulefa-i Raşidînin zemmine ve adavetine gitmemek şartıyla ve usul-ü İslâmiyenin haricine çıkmamak kaydıyla mazur olabilirler.
Şia-i Hilâfet ise, ağraz-ı siyaset içine girdiği için garazdan, tecavüzden kurtulamıyorlar, itizar hakkını kaybediyorlar.
[…]
Hem Hazret-i Ali’nin (ra) zatında temessül eden şahs-ı manevî-i Âl-i Beyt ve o şahsiyet-i maneviyede veraset-i mutlaka cihetiyle tecellî eden hakikat-i Muhammediye (asm) noktasında muvazene edilmez. Çünkü orada Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın sırr-ı azîmi var.
[…]
Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beyt’in muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler! Çabuk bu manasız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan nizâı aranızdan kaldırınız. Yoksa, şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde alet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlûp ettikten sonra, o aleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mabeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz’î meseleleri bırakmak elzemdir.
(Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 39-44)
[1] Ben kimin dostuysam, Ali de onun dostudur. (Tirmizî, Menakıb: 19; İbni Mâce, Mukaddime: 11; Müsned, 1: 84, 118, 119, 152, 331, 4: 281, 368, 370, 382, 5: 347, 366, 419; Münavî, Feyzü’l-Kadîr, 6: 218.)
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ