Cenab-ı Hakkın İsim ve Sıfatlarının Ebedi ve Sermedi Oluşu
Modül Temel Bilgileri
Modül (Alt Konu)
Amaçlar
Yöntem ve Teknik-Etkinlik
Materyal ve Teknoloji
İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci
- Etkinlik-1
- Katılımcılar 5-7 kişilik gruplara ayrılır.
- Her bir katılımcıya metin/kitap verilir.
- Katılımcılar daire şeklinde mümkünse bir masa etrafında dizilir.
- Katılımcılara “Adem (yokluk) ve vücud hakkında ne düşünüyorsunuz?” ve “Var yok, yok var olabilir mi?” soruları sorulur.
- Her katılımcı sırasıyla görüşünü ifade eder ve gerekçesiyle açıklar.
- Diğer öğrenciler bu görüşe katılıp katılmadıklarını ve neden katılmadıklarını açıklar.
- Katılım sağlanan görüşler raporlanır.
- Grup halinde sınıfa görüşler sunulur.
Ölçme ve Değerlendirme
İlişkili Metinler
Altıncı Sualinizin Meali:
[1]كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ Bu ayetin ahirete, Cennete, Cehenneme ve ehillerine şümulü var mı, yok mu?
Elcevap: Şu mesele, pek çok ehl-i tahkik ve ehl-i keşif ve ehl-i velâyetin medar-ı bahsi olmuş; şu meselede söz onlarındır. Hem de şu ayetin çok genişliği ve çok merâtibi var.
Ehl-i tahkikin bir kısm-ı ekseri demişler ki: “Âlem-i bekaya şümulü yok.” Diğer kısmı ise “Ânî olarak onlar da az bir zamanda bir nevi helâkete mazhar olurlar. O kadar az bir zamanda oluyor ki fenâya gidip gelmiş hissetmeyecekler.”
Amma bazı müfrit fikirli ehl-i keşfin hükmettikleri fenâ-i mutlak ise, hakikat değildir. Çünkü Zat-ı Akdes-i İlâhî madem sermedî ve daimîdir; elbette sıfâtı ve esması dahi sermedî ve daimîdirler. Madem sıfâtı ve esması daimî ve sermedîdirler; elbette onların âyineleri ve cilveleri ve nakışları ve mazharları olan âlem-i bekadaki bâkiyat ve ehl-i beka, fenâ-i mutlaka, bizzarure, gidemez.
Kur’ân-ı Hakîm’in feyzinden şimdilik iki nokta hatıra gelmiş; icmâlen yazacağız:
- Birincisi: Cenab-ı Hak, öyle bir Kadîr-i Mutlak’tır ki adem ve vücut, kudretine ve iradesine nisbeten iki menzil gibi, gayet kolay bir surette oraya gönderir ve getirir. İsterse bir günde, isterse bir anda oradan çevirir.
Hem adem-i mutlak zaten yoktur. Çünkü bir ilm-i muhit var. Hem daire-i ilm-i İlâhînin harici yok ki bir şey ona atılsın. Daire-i ilim içinde bulunan adem ise, adem-i haricîdir ve vücud-u ilmîye perde olmuş bir ünvandır. Hatta bu mevcudat-ı ilmiyeye, bazı ehl-i tahkik “a’yân-ı sâbite” tabir etmişler. Öyle ise, fenâya gitmek, muvakkaten haricî libasını çıkarıp, vücud-u manevîye ve ilmîye girmektir. Yani hâlik ve fânî olanlar, vücud-u haricîyi bırakıp, mahiyetleri bir vücud-u manevî giyer, daire-i kudretten çıkıp daire-i ilme girer.
- İkincisi: Çok Sözlerde izah ettiğimiz gibi, her şey, mana-i ismiyle ve kendine bakan vecihte hiçtir; kendi zatında müstakil ve bizatihi sabit bir vücudu yok ve yalnız kendi başıyla kaim bir hakikati yok. Fakat Cenab-ı Hakka bakan vecihte ise, yani mana-i harfiyle olsa, hiç değil. Çünkü onda cilvesi görünen esma-i bâkiye var. Ma’dum değil; çünkü sermedî bir vücudun gölgesini taşıyor. Hakikati vardır, sabittir, hem yüksektir. Çünkü mazhar olduğu bâkî bir ismin sabit bir nevi gölgesidir.
Hem كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ insanın elini masivadan kesmek için bir kılıçtır ki; o da, Cenab-ı Hakkın hesabına olmayan fânî dünyada, fânî şeylere karşı alâkaları kesmek için, hükmü dünyadaki fâniyata bakar. Demek, Allah hesabına olsa, mana-i harfiyle olsa, livechillâh olsa, masivaya girmez ki
كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ kılıcıyla başı kesilsin.
Elhâsıl: Eğer Allah için olsa, Allah’ı bulsa, gayr kalmaz ki başı kesilsin. Eğer Allah’ı bulmazsa ve hesabıyla bakmazsa, her şey gayrdır. كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ kılıcını istimal etmeli, perdeyi yırtmalı; tâ Onu bulmalı.
[2]اَلْبَاق۪ى هُوَ الْبَاق۪ى
Said Nursî
(Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 73-75)
[1] Her şey helâk olup gidicidir—Allah’ın zatı müstesna. (Kasas Suresi: 88.)
[2] Bâkî olan yalnız Allah’tır.