Çalışmak ve Muvaffakiyet
Modül Temel Bilgileri
Modül (Alt Konu)
Amaçlar
Yöntem ve Teknik-Etkinlik
Materyal ve Teknoloji
İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci
- Etkinlik-1
- Argümantasyon tekniği ve nasıl kullanılacağı açıklanır (Bir fikri, hipotezi veya düşünceyi deliller ve ispatlar kullanarak savunma ve açıklamaya çalışmadır).
- Katılımcılar 2 gruba ayrılır. Her grub bir sekreter seçer.
- Öğretici grupların öne sürecekleri argümanları önceden belirler ve grup sekreterine verir.
- Öncelikle ilk grup “ Çalışmak bir emri ilahidir. Kişinin çalışmasıyla başarıya ulaşması arasında doğru bir orantı vardır” Argüman ve iddialarını ortaya atarlar.
- Sonra bu argümanı (Kişi için ancak çalıştığının karşılığı vardır. Allah çalışıp kazanan sever. Rahat, zahmette; zahmet, rahattadır. Çalışma ve faaliyet en büyük lezzettir., gibi ifadeler ile destekler. Öğretici bu konuda sekreterlere yardımcı olur)
- Daha sonra argüman ve iddialarını yukarıda maddeler halinde verilen olgu, örnek veya gözlemlerle desteklenen deliller ve ispatlar kullanarak savunur ve açıklarlar.
- Gerekçelerinin kabul edilebilirliğini destekleyen varsayımlarla iddialarını sağlamlaştırırlar.
- Diğer gruptaki öğrenciler bu görüşleri dikkatlice dinlerler.
- Diğer grubun sunduğu gerekçeleri güçlendirerek destekleme yolunu seçebilecekleri gibi, oluşturulan argümanların geçerli olamayacağı durumları/sınırlılıkları belirterek çürütme yolunu seçebilirler.
- Çürütme yolunu seçtiklerinde kendi argümanlarını çeşitli dayanak/veri ve kanıtlarla gerekçelendirirler. (Örneğin: Çalıştığı halde muvaffak olamayanlarda vardır. Bu durumu nasıl açıklarsınız??
Ölçme ve Değerlendirme
İlişkili Metinler
﷽
Sekizinci Nota:
Ey sa’y ve ameldeki lezzet ve saadeti bilmeyen tembel insan! Bil ki, Cenab-ı Hak, kemal-i kereminden, hizmetin mükâfatını hizmet içinde derc etmiştir. Amelin ücretini nefs-i amel içine koymuştur. İşte bu sır içindir ki, mevcudat, hatta bir nokta-i nazarda câmidat dahi, evâmir-i tekviniye tabir edilen hususî vazifelerinde, kemal-i şevkle ve bir çeşit lezzetle evâmir-i Rabbaniyeyi imtisal ederler. Arıdan, sinekten, tavuktan tut, tâ Şems ve Kamer’e kadar her şey kemal-i lezzetle vazifesine çalışıyorlar. Demek hizmetlerinde bir lezzet var ki, akılları olmadığından akıbeti ve neticeleri düşünmeden, mükemmel vazifelerini ifa ediyorlar.
[…]
İşte “sünnetullah” tabir edilen, kâinatta cereyan eden bu sırlı uzun düsturdandır ki, işsiz, tembel, istirahatle yaşayan ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle, sa’y eden, çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çeker. Çünkü daima işsizler ömründen şikâyet eder, eğlence ile çabuk geçmesini ister. Sa’y eden ve çalışan ise şâkirdir, hamdeder, ömrünün geçmesini istemez.
[1]اَلْمُسْتَر۪يحُ الْعَاطِلُ شَاكٍ مِنْ عُمْرِه۪ وَالسَّاعِى الْعَامِلُ شَاكِرٌ
küllî düsturdur. Hem o sırladır ki “Rahat zahmette, zahmet rahattadır” cümlesi darb-ı mesel olmuştur.
(Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 218-220)
***
Suâl: “Eskiden İslâmlar zengin, onlar fakir idiler. Şimdi her yerde kaziye bilakistir. Hikmeti nedir?”
Cevap: İki sebebi biliyorum.
Birincisi: [2]لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰى olan ferman-ı Rabbanîden müstefad olan meyelân-ı sa’y ve [3]اَلْكَاسِبُ حَب۪يبُ اللّٰهِ olan ferman-ı Nebevîden müstefad olan şevk-i kesb, bazı telkinat ile o meyelân kırıldı ve o şevk de söndü. Zira, i’lâ-yı kelimetullah şu zamanda maddeten terakkîye mütevakkıf olduğunu bilmeyen; ve dünya [4]مِنْ حَيْثُ هِىَ مَزْرَعَةُ الْاٰخِرَةِ cihetiyle kıymetini takdir etmeyen; ve Kurûn-u Vustâ ile Kurûn-u Uhrâ’nın ilcaatını tefrik eylemeyen; ve birbirinden gayet uzak, biri mezmum ve biri memduh olan tahsil ve kesbde olan kanaati ile mahsul ve ücretteki kanaati temyiz etmeyen; ve birbirinden nihayet derecede baîd, hatta biri tembelliğin ünvanı, diğeri hakikî ihlâsın sadefi olan iki tevekkülü ki; biri meşietin muktezâsı olan esbab arasındaki nizama karşı temerrüd hükmünde olan tertib-i mukaddemattaki bir tevekkül-ü tembelâne, diğeri İslâmiyetin muktezâsı olan, netice itibarıyla gerdendâde-i tevfik olarak vazife-i İlâhiyeye karışmamakla terettüb-ü neticede mü’minâne tevekküldür; ikisini birbiriyle iltibas eden ve “Ümmetî! Ümmetî!” sırrını teferrüs etmeyen ve [5]خَيْرُ النَّاسِ مَنْ يَنْفَعُ النَّاسَ hikmetini anlamayan bazı adamlar ve bilmeyen bir kısım vaizlerdir ki, o meyelânı kırdılar, o şevki de söndürdüler.
[…]
Maişet için tarîk-ı tabiî ve meşru ve zîhayat, sanattır, ziraattir, ticarettir; gayr-i tabiî ise, memuriyet ve her nev’iyle emarettir.
(Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2020, s. 187-188)
***
Tarîk-ı hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelirken, Cenab-ı Hakka ait vazifeyi düşünüp, harekâtını ona bina ederek hataya düşerler. Edebü’d-Din ve’d-Dünya risalesinde vardır ki:
Bir zaman şeytan, Hazret-i İsa Aleyhisselâma itiraz edip demiş ki: “Madem ecel ve her şey kader-i İlâhî iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin.”
Hazret-i İsa Aleyhisselâm demiş ki:
اِنَّ لِلّٰهِ اَنْ يَخْتَبِرَ عَبْدَهُ وَلَيْسَ لِلْعَبْدِ اَنْ يَخْتَبِرَ رَبَّهُ
Yani, “Cenab-ı Hak abdini tecrübe eder ve der ki: ‘Sen böyle yapsan, sana böyle yaparım. Göreyim seni, yapabilir misin?’ diye tecrübe eder. Fakat abdin hakkı yok ve haddi değil ki, Cenab-ı Hakkı tecrübe etsin ve desin: ‘Ben böyle işlesem, Sen böyle işler misin?’ diye tecrübevârî bir surette Cenab-ı Hakkın rububiyetine karşı imtihan tarzı, sû-i edeptir, ubudiyete münafidir.”
Madem hakikat budur; insan kendi vazifesini yapıp Cenab-ı Hakkın vazifesine karışmamalı.
Meşhurdur ki, bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddit defa mağlûp eden Celâleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerası ve etbâı ona demişler:
“Sen muzaffer olacaksın. Cenab-ı Hak seni galip edecek.”
O demiş:
“Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. Cenab-ı Hakkın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlûp etmek Onun vazifesidir.”
İşte o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.
Evet, insanın elindeki cüz-i ihtiyârî ile işledikleri ef’allerinde, Cenab-ı Hakka ait netâici düşünmemek gerektir. Meselâ kardeşlerimizden bir kısım zatlar, halkların Risale-i Nur’a iltihakları şevklerini ziyadeleştiriyor, gayrete getiriyor. Dinlemedikleri vakit, zayıfların kuvve-i maneviyeleri kırılıyor, şevkleri bir derece sönüyor. Halbuki üstad-ı mutlak, mukteda-i küll, rehber-i ekmel olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, [6]وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ olan ferman-ı İlâhîyi kendine rehber-i mutlak ederek, insanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha ziyade sa’y ve gayret ve ciddiyetle tebliğ etmiş. Çünkü [7]اِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ sırrıyla anlamış ki, insanlara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenab-ı Hakkın vazifesidir; Cenab-ı Hakkın vazifesine karışmazdı.
Öyle ise, işte ey kardeşlerim! Siz de, size ait olmayan vazifeye harekâtınızı bina etmekle karışmayınız ve Hâlık’ınıza karşı tecrübe vaziyetini almayınız.
(Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 227)
[1] Rahat içinde ve boş olan kimse ömründen şikâyet eder, çalışıp iş gören kimse ise haline şükreder.
[2] İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır. (Necm Suresi: 39.)
[3] Çalışıp kazanan, Allah’ın sevdiği bir kuldur.
[4] Ahiretin tarlası olması (Hadisten iktibas, Keşfü’l-Hafâ, 1:412/1320.)
[5] İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır. (Feyzü’l-Kadîr, 3:481.)
[6] Peygambere düşen ancak tebliğ etmektir. (Mâide Suresi: 99.)
[7] Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir. (Kasas Suresi: 56.)
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ