Alevilik ve Âl-i Beyt
Modül Temel Bilgileri
Modül (Alt Konu)
Amaçlar
Yöntem ve Teknik-Etkinlik
Materyal ve Teknoloji
İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci
- Etkinlik-1
- Sınıf 5’er kişilik gruplara ayrılır.
- Öğrenciler “Doğru yorumlanan alevilik nasıldır, ifrat tefrite kaçan alevilik nasıldır?” sorusu üzerine öncelikle grup üyeleri kendi içinde bireysel olarak fikir üretirler.
- Üretilen fikirler grup halinde tartışılır.
- Tartışılan maddelerden ortak olarak belirlenenler paylaşılır.
- Öğrencilerin yaptığı çıkarımları sınıfa sunmaları sağlanır.
Ölçme ve Değerlendirme
İlişkili Metinler
﷽
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Aliköy’ünde Risale-i Nur Şakirdlerinden Ali Efendi, münafıklar hakkında bir ayet-i kerîmeyi soruyor. Şimdi zamanım izaha müsait olmadığı için, kısaca bir iki cümle beyan ediyorum.
“Münafık öldükten sonra namazı kılınmaz” mealindeki ayet, o zamandaki ihbar-ı İlâhî ile bilinen kat’î münafıklar demektir. Yoksa zan ile, şüphe ile, “Münafık” deyip, namaz kılmamak olmaz. Madem لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ der, ehl-i kıbledir; sarih küfür söylemese veyahut tevbe etse, namazı kılınabilir.
O Aliköy’de Alevîler çok olduğunu ve bir kısmı Râfızîliğe kadar gidebilmesi nazarıyla, onların en fenası da, münafık hakikatine dâhil olmamak lâzım gelir. Çünkü münafık itikadsızdır, kalpsizdir ve vicdansızdır; Peygamber (asm) aleyhindedir–şimdiki bazı zındıklar gibi. Alevî ve Şiîlerin müfritleri ise, değil Peygamber (asm) aleyhinde, belki Âl-i Beyt’in muhabbetinden, ifratkârâne muhabbet besliyorlar. Münafıkların tefritlerine mukabil, bunlar ifrat ediyorlar. Hadd-i Şeriattan çıktıkları vakit, münafık değil, ehl-i bid’a oluyorlar, fâsık oluyorlar; zındıkaya girmiyorlar. Hazret-i Ali (radıyallahü anh), yirmi sene hürmet ettiği ve onlara şeyhülislâm mertebesinde onların hükmünü kabul ettiği Ebu Bekir, Ömer, Osman’a (radıyallahü anhüm) ilişmeseler, Hazret-i Ali (radıyallahü anh) o üç halifeye hürmet ettiği gibi onlar da hürmet etseler, farz namazını kılsalar, yeter.
Hem madem Risale-i Nur Şakirdlerinin en büyük üstadı, Peygamberden (asm) sonra Celcelutiye’nin şehadetiyle İmam-ı Ali’dir (radıyallahü anh); onun muhabbetini dava eden Şiîler, Alevîler, Risale-i Nur’un derslerini Sünnîlerden ziyade dinlemeseler, Âl-i Beyte muhabbet davaları yanlış olur. Zaten kaç sene evvel, o Alevî köyünde üç Ali’nin himmetiyle masumlar Risale-i Nur’u şevkle yazmalarını işittim. Hatta o zamanda, o köyü de duama dâhil etmiştim. İnşaallah, yine orada imam olmak istenilen kardeşimiz Ali’nin himmetiyle ve Hafız Ali’nin (rh) vârisi Küçük Ali gibi kardeşlerimizin gayretiyle, onların hakkındaki dualarım boş gitmeyecek, o köydeki iki kısım; Sünnî, Alevî ittifak edecek.
(Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2021, 44. Mektup, s. 108)
***
Madem Ehl-i Beyt’e zulmedenler şimdi ahirette cezasını öyle bir tarzda görüyorlar ki bizim onlara hücumla yardımımıza bir ihtiyaç kalmıyor. Ve mazlum Ehl-i Beyt, muvakkat bir azap ve zahmet mukabilinde o derece yüksek bir mükâfat görmüşler ki aklımız ihata etmiyor. Değil şimdi onlara acımak, belki onları o hadsiz rahmete mazhariyetleri noktasında binler tebrik etmek gerektir ki birkaç sene zahmetle, milyonlar mertebeler ve bâkî saadetler ahirette kazandıkları gibi, dünyada da kaldıkları zamanda, ehemmiyetsiz, dünyanın fânî saltanatı ve muvakkat hâkimiyeti ve karışık siyasetine bedel mânevî birer sultan ve hakikat âleminde birer şah, birer mânevî padişah makamını kazandılar. Valiler yerine, evliyalar, aktablara kumandan oldular. Kazançları bire bin değil, milyonlardır.
İşte bu sır içindir ki, Yeni Said’in hususi üstadı olan İmam-ı Rabbanî, Gavs-ı A’zam ve İmam-ı Gazalî, Zeynelâbidin (ra)—hususan Cevşenü’l-Kebir münacatını bu iki imamdan ders almışım—ve Hazret-i Hüseyin ve İmam-ı Ali Kerremallahü Veche’den aldığım ders, otuz seneden beri, hususan Cevşenü’l-Kebir’le daima onlara mânevî irtibatımda geçmiş hakikati ve şimdiki Risale-i Nur’dan bize gelen meşrebi almışım. Zalimlerin gaddarlıklarını değil deşmek, bakmak, belki düşünmek de meşrebimize gelmiyor. Çünkü onlar mücazatını ve mazlumlar mükâfatını, aklımızın fevkinde görmüşler. O meseleler ile meşgul olmak, şimdiki bu hazır musibet-i diniyeye karşı mükellef olduğumuz vazife-i Kur’âniyeye zarar verir.
(Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2021, 153. Mektup, s. 245)
***
Galip kardeşimiz, Alevîler içinde Kadirî, Şazelî, Rufaî tarikatlerinin bir hülâsasını Sünnet-i Seniye dairesinde Hulefa-i Raşidin, Aşere-i Mübeşşereye ilişmemek şartıyla, muhabbet-i Âl-i Beyt dairesinde bir tarikat dersi vermesini düşünüyor. Hakikat namına ve imanı kurtarmak ve bid’alardan muhafaza etmek hesabına ehemmiyetli üç dört faydası var:
Birincisi: Alevîleri başka fena cereyanlara kaptırmamak ve müfrit Râfızîlik ve siyasî Bektaşîlikten bir derece muhafaza etmek için ehemmiyetli faydası var.
İkincisi: Hubb-u Ehl-i Beyt’i meslek yapan Alevîler ne kadar ifrat da etse, Râfızî de olsa, zındıkaya, küfr-ü mutlaka girmez. Çünkü muhabbet-i Âl-i Beyt ruhunda esas oldukça, Peygamber ve Âl-i Beyt’in adavetini tazammun eden küfr-ü mutlaka girmezler. İslâmiyete o muhabbet vasıtasıyla şiddetli bağlanıyorlar. Böylelerini daire-i Sünnete tarikat namına çekmek büyük bir faydadır.
Hem bu zamanda, ehl-i imanın vahdetine çok zarar veren bazı siyasî cereyanlar Alevîlerin fıtrî fedakârlıklarından istifade edip kendilerine alet etmemek için Nur dairesine çekmek büyük bir maslahattır. Madem Nur Şakirdlerinin üstadı İmam-ı Ali Radiyallahü Anh’tır ve Nur’un mesleğinde hubb-u Âl-i Beyt esastır; elbette hakikî Alevîler kemal-i iştiyakla o daireye girmeleri gerektir.
Bu zaman, imanı kurtarmak zamanıdır. Seyr-i sülûk-u kalbî ile tarikat mesleğinde bu bid’alar zamanında çok müşkülât bulunduğundan, Nur dairesi hakikat mesleğinde gidip, tarikatlerin faydasını temin eder diye o kardeşimize Ramazan’ını tebrik ve selâmımla beraber yazınız. O da bize dua etsin.
(Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2021, 185. Mektup, s. 279)
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ