Ölüm Hakikati
Modül Temel Bilgileri
Modül (Alt Konu)
Amaçlar
Yöntem ve Teknik-Etkinlik
Materyal ve Teknoloji
İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci
- Etkinlik-1
- Öğrenciler 3-4 kişilik gruplara ayrılır.
- Öğrenciler “Ölüm yokluk mudur? Değilse nedir?” sorusunu görüş geliştirme tekniği ile tartışır.
- Öğrenciler daire şeklinde dizilir.
- İlk öğrenci konu ile ilgili görüşlerini gerekçeli olarak belirtir. Bu esnada kaynak eserler incelenir
- Diğer öğrenciler sırayla önceki görüşlere katıldıkları ve katılmadıkları noktaları da söyleyerek kendi görüşlerini ifade ederler.
- Öğrenciler diğer görüşler doğrultusunda kendi görüşlerini değiştirebilirler.
- Gruplar görüşlerini özet olarak raporlar.
- Gruplar görüşlerini diğer ders arkadaşlarına sunar.
Ölçme ve Değerlendirme
İlişkili Metinler
﷽
يتُ Yani mevti veren Odur. Yani hayat vazifesinden terhis eder, fânî dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder. Yani hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır.
İşte şu kelime, şöylece fânî cin ve inse bağırır, der ki:
Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil; belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır, saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır, yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.
(Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 268)
***
وَيُم۪يتُ Yani mevti veren Odur. Yani hayatı veren O olduğu gibi, hayatı alan, mevti veren dahi yine Odur.
Evet, mevt yalnız tahrip ve sönmek değildir ki esbaba verilsin, tabiata havale edilsin. Belki nasıl bir tohum, zâhiren ölüp çürüyor fakat bâtınen bir sünbülün hayatına ve yoğurmasına, yani cüz’î tohumluk hayatından küllî sünbül hayatına geçiyor. Öyle de mevt dahi, zâhiren bir inhilâl ve bir intıfa göründüğü halde hakikatte insan için hayat-ı bâkiyeye ünvan ve mukaddeme ve mebde oluyor. Öyle ise, hayatı veren ve idare eden Kadîr-i Mutlak, yine elbette mevti dahi O icad eder.
Şu kelimedeki mertebe-i uzma-i tevhidin bir bürhan-ı a’zamına şöyle işaret ederiz ki:
Otuz Üçüncü Mektubun Yirmi Dördüncü Penceresinde beyan edildiği gibi, şu mevcudat, irade-i İlâhiye ile seyyaledir. Şu kâinat, emr-i Rabbânî ile seyyaredir. Şu mahlûkat, izn-i İlâhî ile, zaman nehrinde mütemadiyen akıyor, âlem-i gaybdan gönderiliyor, âlem-i şehadette vücud-u zâhirî giydiriliyor, sonra âlem-i gayba muntazaman yağıyor, iniyor. Ve emr-i Rabbânî ile, mütemadiyen istikbalden gelip hale uğrayarak teneffüs eder, maziye dökülür.
İşte şu mahlûkatın şu seyelânı, gayet hakîmâne rahmet ve ihsan dairesinde; ve şu seyeranı, gayet alîmâne hikmet ve intizam dairesinde; ve şu cereyanı, gayet rahîmâne şefkat ve mizan dairesinde, baştan aşağıya kadar hikmetlerle, maslahatlarla, neticelerle ve gayelerle yapılıyor. Demek bir Kadîr-i Zülcelâl, bir Hakîm-i Zülkemâl, mütemadiyen tavâif-i mevcudatı ve her taife içindeki cüz’iyatı ve o taifelerden teşekkül eden âlemleri, kudretiyle hayat verip tavzif eder, sonra hikmetiyle terhis edip mevte mazhar eder, âlem-i gayba gönderir, daire-i kudretten, daire-i ilme çevirir.
İşte hiç mümkün müdür ki şu kâinatı heyet-i mecmuasıyla çevirmeye muktedir olmayan ve bütün zamanlara hükmü geçmeyen ve âlemleri hayata, mevte bir ferd gibi mazhar etmeye kudreti yetmeyen ve baharları, bir çiçek gibi hayat verip, yeryüzüne takıp, sonra mevt ile ondan koparıp alamayan bir zat, mevt ve imateye sahip çıkabilsin? Evet, en cüz’î bir zîhayatın mevti dahi, hayatı gibi bütün hakaik-ı hayat ve envâ-ı mevt elinde bulunan bir Zat-ı Zülcelâl’in kanunuyla, izniyle, emriyle, kuvvetiyle, ilmiyle olmak zarurîdir.
(Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 283)
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ