Mahlûkata Karşı Muhabbet
Modül Temel Bilgileri
Modül (Alt Konu)
Amaçlar
Yöntem ve Teknik-Etkinlik
Materyal ve Teknoloji
İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci
- Etkinlik-1
- Çocuklara muhabbet konusunda neler bilip bilmediklerini fark ettirecek aşağıdaki sorular sorulur.
Ölçme ve Değerlendirme
İlişkili Metinler
“Muhabbet ihtiyârî değil. Hem ihtiyac-ı fıtrîye binaen, leziz taamları ve meyveleri severim, peder ve valide ve evlâtlarımı severim, refika-i hayatımı severim, dost ve ahbaplarımı severim, enbiya ve evliyayı severim, hayatımı, gençliğimi severim, baharı ve güzel şeyleri ve dünyayı severim. Nasıl bunları sevmeyeceğim? Nasıl bütün bu muhabbetleri Cenab-ı Hakkın zat ve sıfât ve esmasına verebilirim? Bu ne demektir?”
Elcevap: […]
Birinci Nükte: Muhabbet, çendan, ihtiyârî değil. Fakat ihtiyâr ile muhabbetin yüzü, bir mahbubdan diğer bir mahbuba dönebilir. Meselâ, bir mahbubun çirkinliğini göstermekle veyahut asıl lâyık-ı muhabbet olan diğer bir mahbuba perde veya âyine olduğunu göstermekle, muhabbetin yüzü mecazî mahbubdan hakikî mahbuba çevrilebilir.
İkinci Nükte: Tadad ettiğin sevdiklerini, sevme demiyoruz. Belki onları Cenab-ı Hakkın hesabına ve Onun muhabbeti namına sev deriz.
Meselâ, leziz taamları, güzel meyveleri, Cenab-ı Hakkın ihsanı ve o Rahman-ı Rahîm’in in’amı cihetinde sevmek, Rahman ve Mün’im isimlerini sevmektir. Hem manevî bir şükürdür. Şu muhabbet, yalnız nefis hesabına olmadığını ve Rahman namına olduğunu gösteren, meşru dairesinde kanaatkârâne kazanmak ve mütefekkirâne, müteşekkirâne yemektir.
Hem peder ve valideyi şefkat ile teçhiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesabına onlara hürmet ve muhabbet, Cenab-ı Hakkın muhabbetine aittir. O muhabbet ve hürmet, şefkat, Allah için olduğuna alâmeti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faydaları kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman daha ziyade muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir.
[1]اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ
ayeti, beş mertebe hürmet ve şefkate, evlâdı davet etmesi, Kur’ân’ın nazarında valideynin hukukları ne kadar ehemmiyetli ve ukukları ne derece çirkin olduğunu gösterir.
Madem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyade iyi olmasını ister; ona mukabil, veled dahi pedere karşı hak dava edemez. Demek valideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münakaşa yok. Zira münakaşa, ya gıpta ve hasetten gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münakaşa, haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dava etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek, pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır.
Ve evlâtlarını, o Zat-ı Rahîm-i Kerîm’in hediyeleri olduğu için kemâl-i şefkat ve merhamet ile onları sevmek ve muhafaza etmek, yine Hakka aittir. Ve o muhabbet ise, Cenab-ı Hakkın hesabına olduğunu gösteren alâmet ise, vefatlarında sabır ile şükürdür, me’yusâne feryat etmemektir. “Hâlık’ımın, benim nezaretime verdiği, sevimli bir mahlûku idi, bir memlûkü idi. Şimdi hikmeti iktiza etti, benden aldı, daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlûkte bir zâhirî hissem varsa, hakikî bin hisse onun Hâlık’ına aittir. [2]اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ” deyip, teslim olmaktır.
Hem dost ve ahbap ise, eğer onlar iman ve amel-i salih sebebiyle Cenab-ı Hakkın dostları iseler, [3]اَلْحُبُّ فِى اللّٰهِ sırrınca, o muhabbet dahi Hakka aittir.
Hem refika-i hayatını, rahmet-i İlâhiyenin munis, latîf bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et. Fakat çabuk bozulan hüsn-ü suretine muhabbetini bağlama. Belki kadının en câzibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letafet ve nezaket içindeki hüsn-ü sîretidir. Ve en kıymettar ve en şirin cemali ise, ulvî, ciddî, samimî, nuranî şefkatidir. Şu cemal-i şefkat ve hüsn-ü sîret, âhir hayata kadar devam eder, ziyadeleşir. Ve o zaife, latîfe mahlûkun hukuk-u hürmeti o muhabbetle muhafaza edilir. Yoksa, hüsn-ü suretin zevaliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda, bîçare, hakkını kaybeder.
Hem enbiya ve evliyayı sevmek, Cenab-ı Hakkın makbul ibadı olmak cihetiyle, Cenab-ı Hakkın namına ve hesabınadır ve o nokta-i nazardan, Ona aittir.
Hem hayatı, Cenab-ı Hakkın insana ve sana verdiği en kıymettar ve hayat-ı bâkiyeyi kazandıracak bir sermaye ve bir define ve bâkî kemâlâtın cihazatını câmi’ bir hazine cihetiyle, onu sevmek, muhafaza etmek, Cenab-ı Hakkın hizmetinde istihdam etmek, yine o muhabbet bir cihette Ma’buda aittir.
Hem gençliğin letafetini, güzelliğini, Cenab-ı Hakkın latîf, şirin, güzel bir nimeti nokta-i nazarından istihsan etmek, sevmek, hüsn-ü istimal etmek, şâkirâne bir nevi muhabbet-i meşruadır.
Hem baharı, Cenab-ı Hakkın nuranî esmalarının en latîf güzel nakışlarının sahifesi ve Sâni-i Hakîm’in antika sanatının en müzeyyen ve şaşaalı bir meşher-i sanatı olduğu cihetiyle, mütefekkirâne sevmek, Cenab-ı Hakkın esmasını sevmektir.
Hem dünyayı, ahiretin mezraası ve esma-i İlâhiyenin âyinesi ve Cenab-ı Hakkın mektubatı ve muvakkat bir misafirhanesi cihetinde sevmek, nefs-i emmâre karışmamak şartıyla, Cenab-ı Hakka ait olur.
Elhâsıl: Dünyayı ve ondaki mahlûkatı mana-i harfiyle sev, mana-i ismiyle sevme; “Ne kadar güzel yapılmış” de, “Ne kadar güzeldir” deme. Ve kalbin bâtınına başka muhabbetlerin girmesine meydan verme. Çünkü bâtın-ı kalp âyine-i Samed’dir ve Ona mahsustur. [4]اَللّٰهُمَّ ارْزُقْنَا حُبَّكَ وَ حُبَّ مَا يُقَرِّبُنَٓا اِلَيْكَ de.
İşte bütün tadad ettiğimiz muhabbetler, eğer bu suretle olsa, hem elemsiz bir lezzet verir, hem bir cihette zevalsiz bir visaldir, hem muhabbet-i İlâhiyeyi ziyadeleştirir, hem meşru bir muhabbettir, hem ayn-ı lezzet bir şükürdür, hem ayn-ı muhabbet bir fikirdir.
Meselâ, nasıl ki bir padişah-ı âlî, HÂŞİYE[5] sana bir elmayı ihsan etse, o elmaya iki muhabbet ve onda iki lezzet var:
Biri: Elma, elma olduğu için sevilir. Ve elmaya mahsus ve elma kadar bir lezzet var. Şu muhabbet padişaha ait değil. Belki huzurunda o elmayı ağzına atıp yiyen adam, padişahı değil, elmayı sever ve nefsine muhabbet eder. Bazen olur ki, padişah, o nefisperverâne olan muhabbeti beğenmez, ondan nefret eder. Hem elma lezzeti dahi cüz’îdir, hem zeval bulur; elmayı yedikten sonra o lezzet dahi gider, bir teessüf kalır.
İkinci muhabbet ise, elma içindeki, elma ile gösterilen iltifatat-ı şahanedir. Güya, o elma iltifat-ı şahanenin numunesi ve mücessemidir diye başına koyan adam, padişahı sevdiğini izhar eder. Hem iltifatın gılafı olan o meyvede öyle bir lezzet var ki, bin elma lezzetinin fevkindedir. İşte şu lezzet, ayn-ı şükrandır; şu muhabbet, padişaha karşı hürmetli bir muhabbettir.
Aynen onun gibi, bütün nimetlere ve meyvelere, zatları için muhabbet edilse, yalnız maddî lezzetleriyle gafilâne telezzüz etse, o muhabbet nefsanîdir; o lezzetler de geçici ve elemlidir. Eğer Cenab-ı Hakkın iltifatat-ı rahmeti ve ihsanatının meyveleri cihetiyle sevse ve o ihsan ve iltifatatın derece-i lütuflarını takdir etmek suretinde kemâl-i iştiha ile lezzet alsa, hem manevî bir şükür, hem elemsiz bir lezzettir.
(Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 717)
[1] Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın “Öf” bile deme. (İsra Suresi: 23.)
[2] Hüküm Allah’ındır. (Mü’min Suresi: 12.)
[3] Allah için sevmek. (Feyzü’l-Kadîr, 2:28, hadis no: 1241; Ebu Davud, Sünnet: 15; Tirmizî, Kıyamet: 60; Müsned, 3:438, 440.)
[4] Allah’ım, bizi Senin muhabbetinle ve bizi Sana yaklaştıracak olanların muhabbetiyle rızıklandır.
[5] HÂŞİYE: Bir zaman iki aşiret reisi bir padişahın huzuruna girmişler, yazılan aynı vaziyette bulunmuşlar.