İman, Tevekkül ve Dua ilişkisi

Modül Temel Bilgileri

Modül (Alt Konu)

İman, Tevekkül ve Dua ilişkisi

Amaçlar

Hakiki iman, tevekkül ve dua arasındaki ilişkiyi açıklar. İman, tevekkül ve duanın insanı Yaratıcısı ile buluşturduğunu ve huzur kaynağı olduğunu kavrar. Tevekkül ve duanın mahiyetini kavrar.

Yöntem ve Teknik-Etkinlik

Drama, Görüş Geliştirme

Materyal ve Teknoloji

2 ayrı yük, bilet, gemi/sefine alanı. Öğretmen bunları önceden hazırlar.

İşleniş/Öğrenme-Öğretme Süreci

  • Etkinlik-1
    • Tevekkül Eden Adam oyunu oynanır. Sınıfta öğrenci sayısı çok ise oyun birden fazla grup için hazırlanılır.
    • Oyun 3 kişi ile oynanır.
    • Öğrenci-1. Girişleri okuyan
    • Öğrenci-2. Tevekkül eden
    • Öğrenci-3. Tevekkül etmeyen
    • Roller aşağıdaki gibi dağıtılır, her öğrenci rolünü okur.
    • Eylem olarak yapması gerekenleri çalışır.
    • Sözel olarak ifade etmesi gerekeni ezberden ya da akıcı okumaya çalışır.
    • SAHNE:
    • Öğrenci 4: Tevekkül eden ve etmeyenin misâlleri, şu hikâyeye benzer:
    • Öğrenci 1 okur : “Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler.”
    • Öğrenci 2 gemiye girer: (Sefineye girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup, nezâret eder. )
    • Öğrenci-3 gemiye girer : (Diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor.)
    • Öğrenci 2: "Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et."
    • Öğrenci 3: "Yok, ben bırakmayacağım. Belki zâyi olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhâfaza edeceğim."
    • Öğrenci 2: "Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyâde iyi muhâfaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem, gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat getiremeyecek. Kaptan dahi, eğer seni bu halde görse, ya divânedir diye seni tard edecek, ya ’Hâindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihzâ ediyor, hapis edilsin’ diye emredecektir. Hem, herkese maskara olursun.
    • Öğrenci 2: Ehl-i dikkat nazarında, zaafı gösteren tekebbürün ile, aczi gösteren gururun ile, riyâyı ve zilleti gösteren tasannuun ile, kendini halka mudhike yaptın; Herkes sana gülüyor"
    • Öğrenci 3: (O bîçarenin aklı başına geldi, yükünü yere koydu, üstünde oturdu.)
    • Öğrenci 3: "Oh! Allah senden râzı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum."
    • Öğrenci 4 : İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfüruşluktan ve maskaralıktan ve şekàvet-i uhreviyeden ve tazyikàt-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın.
  • Not: Birden fazla grup var ise oyun bir grup tarafından daha oynanır.
  • Etkinlik-2
    • Öğrenciler 3-5 kişilik gruplara katılımcı sayısına göre ayrılır. Gerekirse birden fazla grup bu etkinliği kendi içinde yapar.
    • Grupta sekreter seçilir. Öğrenciler daire şeklinde dizilir.
    • Tartışmayı yürütür ve gerekli kayıtları tutar.
    • Öğretici Sekretere “Her duaya cevap verilir mi? Nasıl?” sorusunu yazılı olarak verir.
    • Sekreter soruyu gruba yöneltir. Görüş geliştirme tekniği ile tartışılır.
    • İlk öğrenci konu ile ilgili görüşlerini gerekçeli olarak belirtir.
    • Belirtilen görüşlere diğer katılımcıların katılıp katılmadığı belirlenir.
    • Kabul gören görüşler sekreter tarafından kayıt edilir.
    • Diğer öğrenciler sırayla önceki görüşlere katıldıkları ve katılmadıkları noktaları da söyleyerek kendi görüşlerini ifade ederler.
    • Öğrenciler diğer görüşler doğrultusunda kendi görüşlerini değiştirebilirler.
    • Gruplar görüşlerini özet olarak raporlar.
    • Görüşler gruplar halinde sınıfa sunulur.

Ölçme ve Değerlendirme

  • Öğrencilerden olmasını istedikleri ve bunun için birşeyler yaptığı bir durumla ilgili dua yazmaları istenir.
  • Dua da iman, gayret, çaba, tevekkül, istek gibi kelimelerin geçmesi istenir.
  • İlişkili Metinler

    Üçüncü Nokta

    İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisatın tazyikatından kurtulabilir. [1]تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ der, sefine-i hayatta kemâl-i emniyetle hâdisatın dağlarvârî dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak’ın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder, sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabilir. Yoksa, tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker.

    Demek, iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder.

    Fakat yanlış anlama! Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-i fiilî telâkki ederek; müsebbebatı yalnız Cenab-ı Hak’tan istemek ve neticeleri Ondan bilmek ve Ona minnettar olmaktan ibarettir.

    Tevekkül eden ve etmeyenin misalleri, şu hikâyeye benzer:

    Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup, nezaret eder; diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor.

    Ona denildi: “Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.”

    O dedi: “Yok, ben bırakmayacağım. Belki zayi olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhafaza edeceğim.”

    Yine ona denildi: “Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere takat getiremeyecek. Kaptan dahi, eğer seni bu hâlde görse, ya divanedir diye seni tard edecek, ya ‘Haindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihza ediyor, hapis edilsin’ diye emredecektir. Hem herkese maskara olursun. Çünkü ehl-i dikkat nazarında, zaafı gösteren tekebbürün ile, aczi gösteren gururun ile, riyayı ve zilleti gösteren tasannuun ile, kendini halka mudhike yaptın; herkes sana gülüyor” denildikten sonra, o bîçarenin aklı başına geldi, yükünü yere koydu, üstünde oturdu. “Oh! Allah senden razı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum” dedi.

    İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfüruşluktan ve maskaralıktan ve şekàvet-i uhreviyeden ve tazyikat-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın.

    (Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 350-352)

    ***
    Dua, ubudiyetin ruhudur ve halis bir imanın neticesidir. Çünkü dua eden adam, duası ile gösteriyor ki: “Bütün kâinata hükmeden birisi var ki en küçük işlerime ıttılâı var ve bilir. En uzak maksatlarımı yapabilir. Benim her halimi görür, sesimi işitir. Öyle ise bütün mevcudatın bütün seslerini işitiyor ki benim sesimi de işitiyor. Bütün o şeyleri O yapıyor ki en küçük işlerimi de Ondan bekliyorum, Ondan istiyorum.”

    (Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 353)

    ***

    Duanın en güzel, en latif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki:

    Dua eden adam bilir ki: Birisi var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. Onun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir Kerîm Zat var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyacatını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını def’ edebilir bir Zatın huzurunda kendini tasavvur ederek, bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp,

    [2]اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ der.

    (Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 353)

    ***

    BEŞİNCİ NOKTA

    İman, duayı bir vesile-i kat’iye olarak iktiza ettiği ve fıtrat-ı insaniye onu şiddetle istediği gibi, Cenab-ı Hak dahi “Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” mealinde,

    [3]قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّ۪ى لَوْلَا دُعَٓاؤُكُمْ ferman ediyor. Hem

    [4]اُدْعُون۪ى اَسْتَجِبْ لَكُمْ emrediyor.

    Eğer desen: “Birçok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Hâlbuki ayet umumîdir; her duaya cevap var,” ifade ediyor.

    Elcevap: Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek Cenab-ı Hakkın hikmetine tâbidir.

    Meselâ, hasta bir çocuk çağırır: “Yâ hekim, bana bak.”

    Hekim, “Lebbeyk,” der, “Ne istersin?” cevap verir.

    Çocuk, “Şu ilâcı ver bana” der.

    Hekim ise, ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez.

    İşte Cenab-ı Hak Hakîm-i Mutlak, hâzır, nâzır olduğu için abdin duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevaperestâne ve heveskârâne tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbaniyenin iktizasıyla, ya matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.

    Hem dua bir ubudiyettir; ubudiyet ise, semeratı uhreviyedir. Dünyevî maksatlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir; o maksatlar, gayeleri değil.

    Meselâ, yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir; yoksa o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyet ile olsa, o dua, o ibadet halis olmadığından, kabule lâyık olmaz.

    Nasıl ki, güneşin gurubu, akşam namazının vaktidir; hem güneşin ve ayın tutulmaları, küsuf ve husuf namazları denilen iki ibadet-i mahsusanın vakitleridir. Yani, gece ve gündüzün nuranî ayetlerinin nikablanmasıyla bir azamet-i İlâhiyeyi ilâna medar olduğundan, Cenab-ı Hak, ibadını, o vakitte bir nevi ibadete davet eder. Yoksa, o namaz, açılması ve ne kadar devam etmesi, müneccim hesabıyla muayyen olan ay ve güneşin husuf ve küsuflarının inkişafları için değildir.

    Aynı onun gibi, yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir. Ve beliyyelerin istilâsı ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki, insan o vakitlerde aczini anlar; dua ile, niyaz ile Kadîr-i Mutlak’ın dergâhına iltica eder. Eğer dua çok edildiği hâlde, beliyyeler defolunmazsa, denilmeyecek ki “Dua kabul olmadı.” Belki denilecek ki, “Duanın vakti, kaza olmadı.” Eğer Cenab-ı Hak, fazl ve keremiyle, belâyı ref etse, nurun alâ nur, o vakit dua vakti biter, kaza olur.

    Demek dua, bir sırr-ı ubudiyettir. Ubudiyet ise, halisen livechillâh olmalı. Yalnız aczini izhar edip, dua ile Ona iltica etmeli; rububiyetine karışmamalı. Tedbiri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini ittiham etmemeli.

    Evet, hakikat-i hâlde, âyât-ı beyyinatın beyanıyla sabit olan: Bütün mevcudat, her birisi birer mahsus tesbih ve birer hususî ibadet, birer has secde ettikleri gibi; bütün kâinattan dergâh-ı İlâhiyeye giden, bir duadır.

    Ya istidat lisanıyladır; bütün nebatatın duaları gibi ki, her biri lisan-ı istidadıyla Feyyaz-ı Mutlak’tan bir suret talep ediyorlar ve esmasına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar.

    Veya ihtiyac-ı fıtrî lisanıyladır; bütün zîhayatın, iktidarları dahilinde olmayan hâcât-ı zaruriyeleri için dualarıdır ki, her birisi o ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla Cevad-ı Mutlak’tan idame-i hayatları için bir nevi rızık hükmünde bazı metalibi istiyorlar.

    Veya lisan-ı ıztırarıyla bir duadır ki, muztar kalan her bir zîruh, kat’î bir iltica ile dua eder, bir hâmî-i meçhulüne iltica eder, belki Rabb-i Rahîm’ine teveccüh eder.

    Bu üç nevi dua bir mâni olmazsa daima makbuldür.

    Dördüncü nevi ki, en meşhurudur, bizim duamızdır. Bu da iki kısımdır: Biri fiilî ve hâlî, diğeri kalbî ve kàlîdir.

    Meselâ, esbaba teşebbüs, bir dua-i fiilîdir. Esbabın içtimaı, müsebbebi icad etmek için değil, belki lisan-ı hâl ile müsebbebi Cenab-ı Hak’tan istemek için bir vaziyet-i marziye almaktır. Hatta çift sürmek, hazine-i rahmet kapısını çalmaktır. Bu nevi dua-i fiilî, Cevad-ı Mutlak’ın isim ve ünvanına müteveccih olduğundan, kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadır.

    İkinci kısım, lisan ile, kalp ile dua etmektir; eli yetişmediği bir kısım metalibi istemektir. Bunun en mühim ciheti, en güzel gayesi, en tatlı meyvesi şudur ki: Dua eden adam anlar ki, birisi var; onun hâtırât-ı kalbini işitir, her şeye eli yetişir, her bir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına meded eder.

    İşte ey âciz insan ve ey fakir beşer! Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medarı olan bir vesileyi elden bırakma. Ona yapış; a’lâ-yı illiyyîn-i insaniyete çık. Bir sultan gibi, bütün kâinatın dualarını kendi duan içine al, bir abd-i küllî ve bir vekil-i umumî gibi  [5]اِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ de, kâinatın güzel bir takvimi ol.

    (Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 353)

    [1] Allah’a tevekkül ettim. (Hûd Suresi: 56.)

    [2] Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. (Fatiha Suresi: 2.)

    [3] Furkan Suresi: 77.

    [4] Bana dua edin, size cevap vereyim. (Mü’min Suresi: 60.)

    [5] Ancak Senden yardım isteriz. (Fatiha Suresi: 5.)

    سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

    Modülü İndir (PDF)

    Modül_95.pdf
    Size: 226,45 KB

    Modül Değişiklik Önerisi Formu
    Bu formu bitirebilmek için tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
    Değişiklik Önerisi
    Yüklemek için tıklayın veya dosyayı bu alana sürükleyin.
    İman, Tevekkül ve Dua ilişkisi
    Free
    Seviye
    Alt Seviye
    Süre 40 dakika